Tu j’Melayî her bipirs esraré ‘ışqé hel dikit
Vé mu’emmayé çi zanin sed mela û muste’id
(Mela’ya sor aşkın sırlarını ki, halletsin sana
Çözemez yoksa bu muammayı yüz molla ile yüz müstaid)
Aşkın sırlarını, bilinmezlerini, gizemlerini ancak “aşk makamında” olanlar bilir. Bu makamda olmayanlar ne bilir. Hem bu makama ne medrese sıra derslerini okumakla ne de fen ilimlerini okumakla erişilir. Bu makama marifetle çıkılılr. Aşkın sırlarına vakıf olan Mela, aşk makamından, aşk ilminin mertebesinden bizlere seslenmektedir.
Ger lu’lu’ê mensȗri ji nezmê tu dixwazȋ
Wer şi’rê Melê bȋn te bi Şȋrazi çi hacet
(Nazmın etrafa saçılmış incilerini görmek dilersen eğer
Gel Melâ’nın şiirinde gör onları, Şiraz’a gitmene ne hacet!)
Aşk makamında, aşkın türlü türlü sırlarına vakıf ve vasıl olan Melayê Cizirî, bu sırları yine kendi makamının tecelliyatlarını şiir aracılığı ile ilan etmektedir. Fakat şiir de öyle bir araçtır ki en az aşk kadar grif, gizemli ve suhulet içinde müşkülat olan bir muammadır. Aşk muammasını şiir muammasıyla cem edince ortaya çıkan hikmeti çözmek artık daha da karmaşık bir hal almış olur. Bir makam daha karşımıza çıkmaktadır ki ona da ben “şiir makamı” diyorum. Şiir makamı, Istılahî olarak her ne kadar halk müziği ve tasavvuf müziği gibi müzik türlerinde kullanılan bir makam türü olsa da bu bahsettiğim mecaz olan bir ifadedir. Zira “şiir makamı”na, ulaşmamış biri hikmetle meramını ifade edemez. Peygamber Efendimizin “Şurası muhakkak ki beyanda sihir vardır. Şurası da muhakkak ki şiirde hikmetler vardır. “ (Ebu Davud Edeb 95/5011, Tirmizi Edeb 63/2848) Hadis-i Şerifi şiirin içinde hikmet olanından söz etmektedir. Melayê Cizirî hem aşkın hikmetleri ve hem şiirin hikmetlerini, muammalarını (bilinmezliklerini) çözmüş hem aşk hem de şiir makamında olan güzide bir şahsiyettir.
Allah’ın Vedud” ismine mazhar olan zatlar “aşk makamına” vasıl olmuşlardır. Ve bu vusul, aslında vusul-u “marifetullah”a eriştiren bir tariktir, yoldur. Marifetullah’a erişmek için makam-ı aşka vasıl olan üç önemli büyük zattan söz eder Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri. “Mevlâna Celaleddin-i Rȗmȋ (ö. 672/1273), Molla Ahmed-i Cezerȋ (Melayê Cizirî) (1570-1640) ve Mevlâna Camii’nin (ö. 898/1492) aşk meşrebindeki makamları birdir.
Varlık sahasında, var olunanlar içinde her şeyden en evvel bir şey vardır. Onun da “aşk” olduğunu söyler Mela.
Hê di ber qalûbelayê belku ev ‘alem nebû
Çerxê gerdan dewrê gerdûn gunbedê mîna nebû
‘Erş û kursî hêj di mexfî bûn di kenza qudretê
Husnê Heq bû di istiwayê lami‘a ‘işqê hebû
(Belki bu âlem kalû-belâ öncesine kadar yoktu henüz
Zaman çarhı, dönen felek ve mavi gökkubbe yoktu henüz
Arş ve kürsi kudretin hazinesinde gizli iken henüz
Kemalde iken cemalullah, mevcud idi aşkın nuru)
Aşk sahibi bu yüce zatı anarken, Aşkın pîrî, Aşkın Müftüsü Molla Ahmed El Cezerî’nin bu yıl ikincisi düzenlenen sempozyumu bugün başlamış oluyor. Üç gün sürecek olan bu sempozyumun konusu Melayê Cizirî’de “Varlık” anlayışı. Yüzlerce akademisyen ve araştırmacılar tarafından katılım göstermiş olacak olan bu bilim şölenine katılıp takip etmenizi tavsiye ederim. Mela’nın aşk dünyasına, varlık dünyasına girip bu vesile ile onunla bir çok muammaları çözelim.