Eskiden bir aile oğullarına diğer herhangi bir aileden kız istemeye gittiğinde gelin adayının tandırda ekmek pişirmesini bilip bilmediğini araştırırdı. Yani gelin gidecek kızın mutlaka tandırda ekmek pişirmesini bilmesi gerekirdi.
Bu Pazar sabahında mutfak balkonunda bir kitaptan satırlar okuyup önümdeki çayı da içerken yan koşumuzun avlusundaki tandırından dumanlar yükseldi. Tandıra meşe çırpıları konulmadığı çıkan dumanın keskin kokusundan belli oluyordu. Bu geniz yakan koku ya yağlı tahta parçalarıdır veya tutkalla sıkıştırılmış diğer talaştan yapılmış tahtalardır bugünkü tandırın yanan harcı. Tandırın tarihi memleketimizle özdeştir desem mübalağa etmiş sayılmam. Fırın (Tandır) geleneği çok eskilere gider. Olmazsa olmazımızdır. Bu tandır geleneği biz şehirde yaşayan köylülerle beraber şehirlere de taşındı. Beton bir zeminin üstünde, beton bir çatının altında beton ile etrafı sıvalı. Ev halkı ticaret amacıyla üretilen tandırın iskeletini satın alarak ve betona gömerek şehirdeki evinin avlusunun bir köşesine (avlusu olan evler) veya evinin damına yerleştirmiştir.
Köydeki çocukluğum ve bir piri fani olmuş anneciğimin tandırı aklıma ve gözümün önüne geldi. Tandır son şeklini alıncaya kadar olan merhalelerini anlatırsak: Genelde yaz mevsiminde tandırın yapımına başlardı analar. Köyün sadece kırmızı toprağın olduğu mevkii gözüne kestirerek torbasına kazmasını koyar, omuzuna acıkınca beslesin diye evde bırakamadığı çocuğunu yerleştirir ve toprağı kazacağı yere gidip itina ile taşsız sade torağı kazarak torbasına doldururdu. Eve döndüğünde avlunun bir köşesine boşaltırdı o kırmızı toprağı. Bu getirme işlemi birkaç defa tekrarlandıktan sonra bir tandıra yetecek toprak getirilince toprağa su verilerek dinlenmeye bırakılırdı. Kırmızı toprak suyu sindirdiğinde analar ayaklarıyla ezer balçık haline geldiğinde bırakır ve toplar, üstünü bir kilimle örter ve bir gün dinlenmeye bırakırdı. Ertesi gün inşasına itina ile başlanırdı. Yapım aşaması birkaç günde ancak biterdi. Kuruyan tandır avlunun uygun bir yerine yerleştirilir, etrafı kireç taşı ve çamur sıva ile örülürdü. Kışın yağmurdan korunsun diye üzerine kolık dediğimiz bir çardak yapılırdı. Bu işlemler bittikten sonra iki üç saat meşe çırpları ateşinde ısıtılır ve tandır kiremit halini alınca artık çırpılar ateşe atılmaz, ateş kendi haline bırakılırdı. Tandırın yakacağı meşe çırpıları idi. Tabi ki meşe ağacının (çırpıların) ekmeğinin lezzeti çok güzel olurdu. Hamura konulan maya orijinal idi. Bir önceki hamurdan alınmış maya (hevirtırş) ayrı bir lezzet katardı ekmeğe. Tandırda ekmeğini pişiren kadın eve giderken yolda kime rast gelirse tanıdık tanımadık fark etmez omuzundan o yıl kalaylanmış bakır ekmek leğenini dizleri hizasına indirir o kişi veya kişilere “buyurun sıcak ekmek yiyiniz” derdi. O kişilerde ikramı geri çevirmezlerdi. Bir ekmeğin ucundan azda olsa ekmek koparıp alırlardı.
Eskiden bir aile oğullarına diğer herhangi bir aileden kız istemeye gittiğinde gelin adayının tandırda ekmek pişirmesini bilip bilmediğini araştırırdı. Yani gelin gidecek kızın mutlaka tandırda ekmek pişirmesini bilmesi gerekirdi.
Köylerde her evin avlusunda tandır olmazdı. Bir mahallede en fazla bir tandır olurdu. Sebebi de her kadının tandırı yapacak kabiliyetinin olmaması idi. Mahallede tandır sırası da şu şekilde olurdu. İlk önce çırpılarını tandırın bir köşesine bırakan mahalleli kadın birinci sırayı alırdı. Tandır sahibi olan ailede sıra olmazdı. Zaruret halinde birinci sıradakinin sırasını da alabilirdi tandır sahibi.
Bizim küçüklüğümüzde meşe çırpılarının ateşinde buğday ekmeğinin yanı sıra arpa ve darı ekmeği de pişirilirdi. O zamanlar mangal geleneği olmadığı için etler tandırın ateşini karıştırmak için kullanılan biraz kalın ve uzun demir şişe dizdirilip tandırın kor haline gelen ateşinde pişirilirdi.
O orijinal maya ile mayalanan tandır ekmeği maalesef artık yok.