‘’ Şammar Aşiretinin lideri Faris’ti.Faris yakın zamanlarda Osmanlı Hükümeti’nin gözünden düşmüş, Cizre’ye sürgüne gönderilmişti. Britanyalı gazeteci David Fraser 1908’deki Meşrutiyet’ten hemen önce bölgeye gitmiş ve Cizre’yi tüm Türk İmparatorluğundaki en şeytanı yerlerden biri olarak, devletin nüfuzunun neredeyse hiç olmadığı ve haydutlardan geçilmediği sahipsiz bir yer olarak nitelendiriyordu.’’
Tarihsel olarak Botan Bölgesi Doğu Anadolu’da 5000 km bir alan kaplayan kabaca dağlık üçgensel boyutta olan doğal bir ovayı tarif eder. Bölgenin doğal sınırları kuzeyde Botan Suyu, Batıda Dicle nehri ile çizilirken, güney sınırları ise Habur Nehri ile tanımlanır. Bölge yerel coğrafyada batıda komşu Tur Abdin Bölgesi ( Midyat ) kuzeyde Sîrwan, doğuda Hakkari’nin dağlık ovası, güneyde ise Zaxo bölgesiyle açık bir biçimde ayrılmaktadır.
19. yüzyılın Avrupalı oryantalist araştırmacıların çok eski dönemlere uzanan kaynaklardan yararlanarak,Botan topraklarını Kürtlerle ilişkilendirdiler.Yunan tarihçi Xenephon Botan civarındaki bu bölgede yerleşmiş olan halktan “ Kaduch “(karduchoi ) olarak bahsediyor ve daha sonraki bazı araştırmacılar da Xenophonu’nun “Kaduch “ halkının doğu Anadolu’da daha sonra yaşayan Kürt nüfusunun ataları olduğunu kabul etmişlerdir. Kadim zamanlara tarihlenen bu kaynakların dışında Botan bölgesinin büyük bir kısmı 19. yüzyılın sonlarında bile Avrupalı seyyahlar ve araştırmacılar tarafından çok iyi bilinmiyordu. Ancak 1883 Haziran’ında joseph Wünch Botan Suyuna ilişkin kaynağa ulaşmayı başarabilmişti. Özellikle de Botan emirliğinin dağlık bölgeleri 20.yüzyıl başlamadan önce çok iyi belgelenmemişti. Joseph Wünch ve Herman Burchardt’in anlatılarının gösterdiği gibi Osmanlı’nın son yıllarında bölgeye seyahat etmek genellikle zor ve bıktırıcıydı.
Botan emirliğinin başkenti Cizre idi.Dicle nehrinin kıyılarında konumlanan Cizre (bir başka deyişle Ceziret İbn Umer,yani kelime anlamı “ada “ ) kadim zamanlara kadar uzanan tarihi bir yerleşim alanı olarak bir ticaret merkeziydi. Dicle üzerinden özellikle Musul kentine yapılan bir ulaşım bağlantısıyla önemli bir nehir limanıydı. Bundan başka Cizre, nehirden önemli bir geçiş noktasını oluşturuyordu, yazları bu noktadan dağlardan getirilip kentin doğusuna götürülen değerli koyun sürüleri kontrol edilebiliyordu. Kadim bir Roma yolu Cizre’yi karadan Nusaybin ve Mardin kentlerine bağlıyordu. Sonuç olarak uzun mesafeli ticaret yolu, Cizre ve kent merkezindeki bir çok han ve kubbeli pazarların tanıklık ettikleri gibi yerel ekonominin önemli bir ayağıydı. Yine de nüfusu 10.000’in biraz altında olan ve 1890’larda giderek daha da düşen bu küçük Osmanlı başkent bölgesi Cizre en verimli zamanını 19. yüzyılın sonlarında geçirmiş gibi görünüyor.
Cizre her ne kadar bölge tarihsel olarak daha çok Musul ve Mezopotamya ovalarından yönlendirilmiş olsa da Diyarbekir’den yönetilen idari bir bölgenin (kaza) ana kentiydi. 20. yüzyıla girmeden önce Cizreye az sayıda Avrupalı Seyyah gelmişti. Bölgenin genel yapısı ile ilgili aleyhte konuşan seyyahların izlenimleri şöyleydi: 1888’de, buradan geçerek Musul‘a giden Paul Müller Simonis yıkık dökük harabeden molozlar arasında büyük bir köy olarak nitelendiriyordu. 1897’de Britanyalı diplomat Telford Waugh Cizre’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun batı bölümlerinden sürgüne gönderilen ve burada fena halde vatan hasreti çeken Arnavutların oturdu perişan bir kent olduğunu gözlemliyordu. 1897’de yörenin yerel yöneticisi, Şammar Aşiretinin lideri Faris’ti.Faris yakın zamanlarda Osmanlı Hükümeti’nin gözünden düşmüş, Cizre’ye sürgüne gönderilmişti.Britanyalı gazeteci David Fraser 1908’deki Meşrutiyet’ten hemen önce bölgeye gitmiş ve Cizre’yi tüm Türk İmparatorluğundaki en şeytanı yerlerden biri olarak, devletin nüfuzunun neredeyse hiç olmadığı ve haydutlardan geçilmediği sahipsiz bir yer olarak nitelendiriyordu. Aşağı yukarı aynı dönemde, Gertrude Bell sadece alal acele “ gelişigüzel birkaç bakışla “ Cizre’deki sıcaklığın dayanılmaz düzeyde olduğunu ve etrafındaki bataklık alanın sıtma ürettiğini yazıyordu
19. yüzyılın sonlarında Anadolu’da konsolos yardımcısı olarak görev yapmış ve bölgeyi çok iyi bilen Britanyalı Albay Francis Richard Maunsell (1861-1936 ) 1919’daki ateşkesten sonra Cizre’ye ve civarını gezmiş. Çoğu zaman başka türlü ulaşılmayan yıkık dökük topraklarda ana iletişim hattı olarak hizmet gören farklı su yollarının önemine işaret ediyordu. Ticarette aynı şekilde nehirler üzerinden yürütülüyordu, Suriye yapılan koyun ticareti en önemli ticari faaliyetti. Bu ticaret yollarının da gösterdiği gibi eski Botan Emirliği ve Başkenti Cizre‘nin yöneldiği yer Suriye Toprakları ve Musul civarındaki bölge değil, coğrafi olarak Van, Bitlis ve Diyarbakır bölgelerine daha yakın olan bölgelerdi.
Kaynak ; Barbara Henning
1- Osmanlı Kürt Bedirxani Aile Tarihinin İmparatorluk ve İmparatorluk sonrası bağlamında ki anlatıları.S.82.83.84
2- Martin Hartmann,Bohtan Eline Tonogrpisch-Historische Studie,2.c ( Berlin : Wolf Peiser Verlag,1897 ) c.2,s 104
3 - Hartmann Bohtan,c.2,s.61
4 - Wo 106/64 Maunsell’in 2 Şubat 1919 tarihli Raporu
5 - Telford Waugh Turkey,Yesterday,Today and Tomorrow ( Londra.Hall 1930 ) s.59-60