Dünyamızda yaşayan sayısız canlı türü ekolojik sisteminin birer önemli unsuru. Birinin yokluğu mutlaka bir şekilde diğerinin dengesini bozan yapıya neden olabilmektedir. Bu aşamada günümüze kadar tarih boyunca türü yok olan veya nesli tükenen canlılar akla gelebilmektedir. Evet tabiki birçok tür tükenişini yaşadı ancak yerine de yeni canlı dengelerinin oluştuğu bir gerçek. Şöyle bir farkla günümüzdeki gibi çevre kirliliği, canlı alanlarının daraltılması şeklinde olmadı, daha çok doğal koşullarının değişmesi ile birlikte oluşan evrim süreciyle kendiliğinden oluşan olaylar süreci. Dolayısıyla biraz da aslında doğal bir ihtiyacın sonucu oluştu bu durum.
Ekolojik hassasiyet veya çevreci yaklaşımlar dünyada demokrasi çevrelerince daha çok üzerinde durulan bir konu. Doğal çevrenin olmadığı bir dünyanın insan yaşamı için ne denli bir zindan olacağı bir çok kanıtıyla ortada. Bal arılarının neslinin tükenmesinin dünyanın sonu olacağına dair genel yargı bulunuyor. Bu küçük kahramanlar bitki türleri arasında döllenmeyi sağlayarak tüm canlıların meyve ve sebze ihtiyacını yaratan gizli kahramanlar. Bunlar sayesinde fiziksel hareketlenme ile gerçekleşmeyen meyve olgunlaşma süreci bu kahramanlar sayesinde belki de bilinçsiz bir taşıma ile olağanüstü bir üretim hareketlenmesini yaratıyor. Ekolojik yaşam ve yaklaşım hassasiyeti bu yüzden bir lüks veya geçici heves şeklinde değil de bir çok kural ile yaşanması, uygulanması gereken bir insanlık eylemi olmalı. Sanayideki her üretim, yerel yönetimlerin her kamusal hizmetinin birinci adımında mutlaka ekolojik yaklaşım ilkeleri olması gerekiyor. Üretilen sanayi ürünlerinin ambalajından, atık kısmına ve oradan da geri dönüşümüne kadar çevreci ve ekolojik bakış açılarının kazandırılması daha yaşanılır bir dünya için çok önemli ayrıntılar. Bu tarz yaklaşımlar ile henüz çevre kirliliği veya felaketi yaratmadan bir çok yanlışın önüne geçilebilecektir. Modern batılı kural yaklaşımlarında üretilen ürünün en son aşaması ile nasıl sonuçlara varacağı üzerinde durulan önemli konular.
Ekolojik ve çevreci yaklaşımları çocuk duyarlılığını da etkiler seviyelere indirgemek gerekiyor. Aslında bir öğrenim tekniği olsa da ailelerin çocuklarına kuş seslerini sorarken sadece sesle değil aynı zamanda hangi kuş sesi olduğuna dair soru sormaları çok önemli. Böyle bir yaklaşım ile hem çocukların sadece kuşları kavramsal olarak tanımaları değil, aynı zamanda o çevrede hangi kuş türünün yaşadığını ismi ile öğrenmenin hem çevre bilinci hem de çocukların genel kültür gelişiminde önemli rolü ifade eder. Doğal çevrenin korunması düşüncesinin boy verdiği ülkelerde salt temiz bir çevrede yaşamanın ötesinde başta turizm olmak üzere birçok faydalarının görüldüğü örnekler bulunuyor. Ortaçağda kalan sokaklar, evler, kaldırımlar, doğal alanların ilgi çekiciliğini bir resimde dahi görebiliyoruz. Korunan bu yapıların ortaçağdaki orjinal halini görmek için dünyanın dört bir yanından turistler İtalya’nın çeşitli kentlerini ziyaret edebilmektedirler. Bir yönü ile ziyaretler doğaya verilen saygıya karşılık bir ödülün yansıması olsa gerek. Ve her yere örnek olabilecek değerler. Nitekim net ortamında hepimiz karşılaşıyoruz ; önceki hali ve şimdiki hali resimleri. Bu resimlerde Londra'da çok eski bir sokağın yüz yıl önceki orjinalliğinin şimdiki haliyle aynı olmasına insanın içi ısınıyor. İnsanların duygusal ve vahşi kapitalizme ödün vermek istemeyen iç sesinin görünümünden başka bir şey değil bu duruş. Yerel yönetimlerin eskiyi, tarihi koruyan yaklaşımları kenti geleceğin turizm odağı haline getirebileceği bu örneklerden anlaşılabilmektedir.
İsviçre'de doğal çevrenin korunması yönünde bir adım öne geçerek ormanlarda yer alan tüm ağaçlara bir kimlik verilmesi sanırım en çarpıcı örnek. Bu kimlikle ağacın yaşı, türü, oksijen yaratma kapasitesi, doğaya-çevresine verdiği olumlu katkılar belirlenmiş oluyor. Aynı zamanda ağacın bakımı da bu şekilde kimlik sayesinde belirlenmektedir.
Ağaca verilen bu değerin anlamı oldukça büyük. Temiz caddeler, yoğun oksijen ve yeşil kokan şehirler hep bu yaklaşım ve prensiplerin sonucu olsa gerek.