Toplumun tüm düzeylerde yaşamını temelden etkileyen iktisadi sorun ve çözüm yolları ülkeler için günümüzde en temel görev olarak yerini almıştır. Bu ekonomik sorunlar da daha çok enflasyon, büyüme ve cari açık konularında somutlaşır.
Antik dönem ve Milattan Sonra anlamında kullanılan Anno Domini dönemleri daha çok savaşlar dönemi olarak bilinse de tüm savaşların kökeninde iktisadi kaynaklara hükmetme çabası çıkar. Dolayısıyla bakıldığında bu ekonomik sorunlar tüm tarih boyunca çözüm yollarında çaba harcanan bir tarihi bize anlatır.
Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz 2018’de başlayan ve ülkenin kendine özgü ekonomik sorunlara dünya finans krizinin de bulaşması ile günümüze kadar devam eden bir ekonomik ve finansal krizi ifade ediyor. Bu süreçte enflasyon yüzde 20’ler seviyesinden yüzde 80’lere çıkarak tavan yapmıştır.
Mevcut güncel ekonomik sorunlar 1990-2000 yıllarında yaşanan siyasi krizlerin etkileri ile oluşan ekonomik krizlerden farklı nitelikler taşımaktadır. Bu dönemde yaşanan kısa ömürlü hükümet yapıları ekonomide orta ve uzun vadeli ekonomik politikalara sahip olmayı engellediğini görüyoruz. Dolayısıyla siyasi krizler uzun süre görev yapacak ve ekonomik politika yürütecek yürümeyi engelleyerek halihazırdaki orta ve uzun vadeli ekomik politikaların yürütülmesini sağlayan koşullardan uzak kalmıştır. Zaten bu dönemden sonra toplumun belleğine yerleşen sorunla daha uzun vadeli bir hükümet modelinin etkilerinin halen yaşandığı görülmektedir.
2018’den başlayan ve global finans krizle büyüyen mevcut ekonominin toparlanması iktisadi bakış açısıyla 2-3 yıllık bir süreyi öngörmektedir. İstikrarlı orta ve uzun vadeli ekonomik politikalar bu sürecin temel taşları. Yapısal çözüm odaklı ve makro parametrelerin dikkate alınması ile gerçekleşebilecek bir süreç.
Ekonomik toparlanma süreci sonunda hedef enflasyonun yüzde 5 düzeyine indirmesi gerektiği görülmektedir. Resmî rakamlara göre yüzde 80 lerden yüzde 5 düzeyine indirilecek bir enflasyon hedefinin de kolay olmayacağı gerçekliği de ortada olduğu görülmektedir. Dolayısıyla ciddi bir finansal ve reel ekonomik üretim/büyüme gerekliliği olduğu açık. Bunun için de siyasal anlamda istikrar en büyük destek niteliği taşıyacak.
Global düzeyde bakıldığında 2024 ve sonrasında dünya ekonomisinin yüzde 3.1 düzeyinde büyüyeceğini IMF’nin ülkelerin GSMH verileri kapsamında yaptığı çalışmalarda ortaya çıkmıştır. Bu anlamda ülke ekonomisinin global trendin etkisiyle istikrarlı politikler ile özellikle enflasyon oranı ile varlık fiyatlarının geriletilmesi bakımında bir şansı ifade etmektedir.
Piyasaların üretim ivmesinin artırılması ithalat rakamlarını düşüreceği gibi ihracatı dolayısıyla döviz girdi rakamlarını olumlu yönde etkileyecektir. Bu bağlamda şirketlerin daralan ticari kredi kullanma oranlarının yüksek tutulması bir ekonomik politikası olarak değerlendirilmektedir.
İhracat ve üretim miktarının artması aynı zamanda yerel para birimini yabancı paralar karşısında değerini arttıracaktır. Dolayısıyla bir handikap ve hatta kumar özelliği taşıyan devalüasyon seçeneğinden de vazgeçilir. Zira devalüasyon ekonomi politiği ülke parasını yabancı para birimi karşısında değerini düşürerek yabancıların ülkeden daha çok ticari mal ve mamül almalarını sağlamak suretiyle döviz girdisi artırmak olduğu bilinmektedir.
Yine devalüasyon hernekadar bir ekonomik politikası olsa bile diğer yandan yurtiçi üretim çıktılarının ucuz fiyata satılması ve daha az kar elde edilmesi sonuçlarını ortaya çıkaran özelliklere de sahip.
Bu sonuç bize reel ekonomik faaliyetler ile üretim artışı yapmak, kalifiye emek politikası ve nihayetinde GSMH rakamını üst düzeyde tutma çabalarının en gerçekçi politikalar olduğunu göstermektedir.