Bende sınıfa geçtiğimde iki öğrencimin sınıfın ortasına kurulu sobaya doldurulmuş çam odunlarını kibritle yağlı çam çıralarını tutuşturarak yakıyorlardı.
1985 yılında Eğitim Yüksek Okulunu yeni bitirmiştim. Gümüşhane İl’inin, Torul İlçesi’nin Zigana dağları eteklerine kurulmuş Yücebelen II; diğer bir adıyla Küçük Silve Köyün’e sınıf öğretmeni olarak atamam yapılmıştı. Torul İlçesinden köyün minibüsü ile Küçük Silve’ye vardığımızda güneş köyün etrafındaki dağların arkasına çoktan geçmişti. Lakin günün bitimine daha epey vardı. Mart aylarının son günleriydi. Baharın saffı evvel olan otları yamaçlarda azda olsa uçlarını toprağın üstüne çıkarmıştı. Etraftaki dağlarda çamların yeşili ile altlarındaki karlar tabiata oksijen pompalıyordu. O karlar yavaş yavaş eriyip Küçük Silve deresine, oradan da Büyük Silve deresinin sularıyla birleşip Harşit Çayına karışarak Kürtün’e doğru yol alıyordu. Bu büyüleyici manzaraların seyrine dalmış iken beraber Torul’dan köye geldiğimiz Küçük Silve’li Veysel Öğretmen bana seslenerek: Hocam karşıdaki beyaz bina senin okulundur dedi. Dört yıl boyunca içinde ders vereceğim, Veysel öğretmeninde üç çocuğunu ve pırlanta kalpli yüzlerce öğrenciyi içinde okutacağım okul binasına heyecanla ve hasretle baktım. Tekrar Veysel öğretmen hocam haydi gidelim bu akşam benim misafirimsin diye seslenince uykudan uyanır gibi Hocama dönerek beraber evlerine gittik. Memleketimdeki misafirperverliğin, memleketimdeki misafire yapılan izzet ve ikramın aynısını, hatta daha da fazlasını Veysel Hocanın evinde gördüm. Sabah okula gittiğimde kırka yakın öğrencimin okul avlusunda beni beklediklerini; hepsi koro şeklinde hoş geldiniz öğretmenim dediler. Bende ayak üstü hal, hatırlarını sorduktan sonra elimdeki valizi okula bitişik öğretmen lojmanına bırakıp tekrar döndüğümde Büyük Silve Köyünde eşiyle beraber öğretmen olan ve yeni öğretmen atanıncaya kadar okuluma geçici görevlendirilen Mustafa Öğretmenin okul bahçesinde beni beklediğini, hoş geldin dedikten sonra kısa bir bilgi ve evrak tesliminden sonra müsaade isteyerek okuldan ayrılıp Büyük Silve Köyüne doğru tekrar yola koyuldu. Öğrencilerime sınıfa geçin çocuklar dedim. Bende sınıfa geçtiğimde iki öğrencim sınıfın ortasına kurulu sobaya doldurulmuş çam odunlarını kibritle yağlı çam çıralarını tutuşturarak sobadaki yakıyorlardı. İlk dersimizi tanışma ile geçirdik. Günler haftalar birbirini kovaladı, aylar su gibi aktı geçti. Köyümüzün tüm sakinleriyle tanışma imkanı buldum. Bu arada Gümüşhane Müftülüğünün şefliğinden emekli Büyük Alim-Müderris rahmetli Mehmet Demir Hocamla da tanıştık. Samimiyetleri, misafirperverlikleri adeta beni büyülüyordu. Mayıs Ayı ortalarında beş sınıfı bir arada okuttuğum öğrencilerimi Köye ait olup ama baya uzak bir zirvede olan Minarli Yaylasına geziye götürmeyi planladığım gün gelmişti. Yaylaya gidiş gelişte altından suların aktığı ve adeta köprü vazifesini gören karların üstünden geçiyorduk. Öğrencilerimden Yusuf Karabulut’un bastığı karlardan bir kütle çökünce Yusuf abara şeklini alan karın altındaki boşluktan ırmağa düştü! Hemen Yusuf’a seslenerek kalk ayağa ve elini uzat dedim!! Yusuf ayağa kalkarak elini uzattı ve yavaşça yukarı çektim. Yusuf’u kurtardıktan sonra hepimiz derin bir nefes aldık! Öğrencilerimin yorulduğunu anladım ve köylülerin Mezere dedikleri ahşaptan yapılmış evlerin bulunduğu yerde yarım saat kadar dinlendik. Resim çektik, acıkan öğrencilerim torbalarındaki son yiyeceklerini de yediler. Tabi bu arada herkes Yusuf’a takılıyordu. Nasıl düştün? Suya düştüğünde ne his ettin? Vb. Nihayetinde sağ salim köye indik. Derken karne verme zamanı geldi. Öğrencilerime; güzün görüşmek üzere deyip karnelerini dağıttım. Ve bende Torul’a, oradan da memlekete gitmek üzere rahmetli Haydar Amcanın bekleyen minibüsüne koşar adımlarla gidip bindim.
Yaz tatili bitti. Özlemini duyduğum okuluma ve öğrencilerimle tekrar kavuştum. Küçük Silve Köyünde Sonbaharların kısa sürdüğü ve kışların bol karlı geçtiğini tahmin ettiğimiz bir yıla okulumuzu hazırladıktan sonra eğitim öğretme hazırlığımızı yapmış güveni içerisinde başladık. Küçük Silve Köyünde göz açıp kapar gibi üçüncü yılımızın ( 1986-87 ) ikinci döneminin içerisindeyiz. Her teneffüste soluğu lojman kapısında alan ve yengesinden çocuğumuzu kucağına almak için izin isteyen üçüncü sınıf öğrencim Fadime Özcan diye nur kalpli çok sevdiğim bir öğrencim vardı. Bir sabah öğrencilerimi derse aldıktan sonra yoklama yaptığımda sıra Fadime Özcan’a gelince adını okuduğumda efendim öğretmenim sesini duyamayınca kardeşi Temel’e Ablan Fadime neden gelmemiş dedim. Temel Öğretmenim Fadime hasta! Dedi. Nesi var dediğimde bilmiyorum öğretmenim dedi. Dersimize devam ettik, gün bitti ertesi gün sınıfa girdiğimde ilk işim Temel’den Fadime’yi sormak oldu. Temel yine hasta olduğunu tekrarladı. Bu arada kapı çalındı gel dememle Fadime’nin dedesi rahmetli Osman Amca içeri girdi. Hal hatırdan sonra Fadime’nin hasta olduğunu okula gelmek istediği halde gelecek durumda olmadığını ve izinli sayılmasını benden istedi. Osman amcaya Fadime’yi yarın ziyaret etmek istediğimi söyledim. Tamam Hoca Efendi dedi ve tekrar eve gitmek için müsaade istedi Osman Amcayı kapıya kadar uğurladıktan sonra sınıfa döndüm ve dersimize devam ettik. Ertesi gün öğlen arası derenin karşı yamacında olan evlerine gittiğimde Fadime’nin benzinin solgun ve yatakta olduğunu gördüm. Sağ elini avucumun içine alarak kızım nasılsın dediğimde bana uzun uzun baktı ama soruma cevap vermedi! Osman amcaya döndüm Fadime konuşamıyor mu dedim. Konuşuyor Hoca Efendi herhalde senden utanıyor dedi. Fadime okullar tatil oluncaya kadar çok sevdiği okuluna hastalığından dolayı maalesef gelemedi. Memlekete gitmeden bir daha ziyaret ettiğimde Fadime’nin daha kötü olduğunu gördüm. Güzün Küçük Silve’ye döndüğümde seni sap sağlam okulda görürüm inşallah deyince ev halkı içten inşallah diyerek mukabelede bulundular ve Osman amcadan izin isteyip ayrıldım.
Sonbahar da Küçük Silve Köyüne döndüğümde ilk işim Fadime’yi sormak oldu. Rahmetli komşum Hüseyin Osman Amca dedi ki Hoca Efendi öğrencin Fadime vefat etti! Amca bunu deyince; Fadime’nin iki yıl boyunca okul bahçesindeki oynadığı oyunları, sınıfta ki hatıraları, o masumiyeti filim şeridi gibi gözümün önünden geçti! Daldığımı, gözlerimden yaşların döküldüğünü gören Hüseyin Osman Amca koluma girerek gel Hoca Efendi Fadime okulun üst tarafındaki mezarlıkta yatıyor dedi. Gittik maviye boyanmış tahtalarla etrafı örülü o masum ve günahsız Fadime’nin mezarına dakikalarca baktım. Fadime’nin bir daha hiç dönmeyeceğini, o çok sevdiği okulun bahçesinde artık oynamayacağını, lojmanın kapısına gidip yengesinden çocuğu istemeyeceğini; ama benimde onu hiç unutamayacağımı içimden derin derin geçirerek ayağa kalkıp okulun lojmanına geri döndüm.