PROBLEM OLARAK İNTİHAR OLGUSU VE HAYATIN ANLAMI

Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: İntihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir. Her düşünür/filozof intihar olgusunu farklı bir perspektifle ele alır.

Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: İntihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir. Her düşünür/filozof intihar olgusunu farklı bir perspektifle ele alır. Genel itibarıyla yapılan tanımlamalar, nitelikler ve özellikler toplumsal veya psikolojik dayanaklarla oluşturulmuştur.

Kendini öldürmek, bir anlamda, melodramlarda olduğu gibi içindekini söylemektir. Yaşamın bizi aştığını ya da yaşamı anlamadığımızı söylemektir. İsteyerek ölmek, bu alışkanlığın gülünçlüğünün, yaşamak için hiçbir derin neden bulunmadığının, her gün yinelenen bu çırpınmanın anlamsızlığının, acı çekmenin yararsızlığının içgüdüyle de olsa benimsenmiş olmasını gerektirir. İşte bundan dolayıdır ki, intiharın toplumsal bir olgu olduğunu öngören bazı sosyologlar, yapılan araştırma verilerine göre intihar edenlerin çoğunluğu kent hayatı yaşayan bireylerdir. Yani bu durumda intihar olgusuna, kentlerde kırsal kesime nazaran oldukça fazla görülür. Çünkü kırsal kesimlerde insanlar arasında sıkı sıkıya bağlar vardır. Burada kişi, birey olmaktan çok topluluğun bir üyesi olarak bakılır ve toplumdan ayrı düşünülemez. Oysa birey kentlerde tek başınadır. Bireyin diğer bireylerle sıkı bağlarla örülü ilişkileri yoktur. Böyle bir toplumda yaşayan bireyin intihar etmesi çok daha yüksek bir ihtimaldir. Bu manada toplumda bireyi intihar etmeye götüren en mühim neden: aşktır! Çünkü aşk, bireyi yalnızlaştırmaya götüren kör bir sevdanın okudur. Aşkta akıl tutkuların esiri olur ve şehvetli duyguların ihtiraslarına kapılıp ferdi davranabilir. Bu ferdi edimlerin ya da şehvetli arzularla ballanmış isteklerin gerçekleşmemesi durumunda aşkın kör oku bireyi, depresyona iter ve onu yalnızlaştırır. Ki bu yalnızlaşma bireyi sosyal çevresinden, arkadaşlarından ve bilhassa ailesinden koparır. Bu durumda toplumdan kopuk, kendini yalnızlaştırıp kabuğuna çekilmiş bir birey artık intihara meyilli bir adaydır. Nitekim genç yaşta intihar edenlerin nedeni budur denilebilir ve genç nesillerin gönülleri bu yitik sevdanın kör okunun hedefindedir.

Bu manada intihar olgusu bir saçmalıktır ve bu saçma fikir tahammül edilmez ve dahası dehşet verici bunaltısıyla yaşamayan insan, onun yol açtığı mahkûmiyetten kurtulabilmek için birtakım çareler arar. Bundan dolayı saçmaya mahkûm olmuş, kötülük, mutsuzluk ve umutsuzluğa köle edilmiş insan, kendisini kuşatan yazgıdan öç almak ister. Öç almak istemesi, bu insanın köle olmayıp özgür olduğunu kanıtlamak istemesi anlamına gelir. Bunun yolu da insanın yazgıya başkaldırması ve yazgıya teslim olmadığını göstermek için kendisini öldürmesidir. Nitekim intihar asla bir çözüm olamaz. İntihar, saçma fikirleri yok etmek için başvurulan bir yol olsa bile, onu çürütmenin yolu değildir. İntihar, bu saçma düşünceye başkaldırdığımızı ya da özgür olduğumuzu göstermez, aksine saçma fikriyatlara boyun eğdiğimizi gösterir. Nitekim intihar, saçma fikriyatlara boyun eğmektir, saçma düşüncesinin onaylanmasıdır. Dahası, intihar kişinin yetersizliğinin, güçsüzlüğünün kabulü; bu saçma fikri kabul edip onunla başa çıkmadığının itirafıdır: “İntihar, sıçrama gibi, en son noktasına götürülmüş kabullenmedir. Her şey tükenmiştir, insan temel öyküsüne geri döner. Geleceğini, biricik ve korkunç geleceğini fark eder, ona atılır. İntihar uyumsuz insanı kendi tarzında çözer. Onu da aynı ölüme sürükler. Fakat biliyorum ki sürüp gitmek için uyumsuz insanın çözüme varmaması gerekir. Aynı zamanda hem bilinç hem de ölümün yadsınması olduğu ölçüde intihardan sıyrılır.”

İntihar, ölüme karşı bir başkaldırma değil, onun kabulü olur. Bu bakımdan ölüme mahkûm olduğunu bilmek, bu bilinçten ötürü başkaldırmak, intihar düşüncesiyle bağdaşmaz. Bu nedenle intihar edenle, ölüme mahkûm olduğunu bilen insanların durumu, birbirine karşıt durumlardır. İntihar eden, intihar etmekle bu saçma fikriyatları ortadan kaldıracağını düşünür oysa yanılır. Çünkü “intihar bir yanılgıdır.” O, intihar etmekle saçma ölüm fikrini değil, kendini ortadan kaldırmaktadır. Oysa saçma insan, saçma fikirlerle kol kola yaşayarak, baş başa savaşarak her şeyi, en sonunda da kendi kendini bile tüketecektir. Bu saçma fikirlere meydan okumaktır.

Hayat, her ne kadar da insana anlamsız, değersiz ve dikenli bir kabuğa bürünmüş olsa bile aslında hayatın güzel ve yaşanmaya değer olduğu realitesinden yana bir tavır sergilenmelidir. Bu manada hayat da aslında bir devenin sırtındaki heybesi gibidir. Çünkü heybenin öbür tarafından her defasında mağlup olduğumuz insanın kötü alınyazısı, çözümsüz ve açıklamasız kalan sorunlar, yani umutsuzluk, diğer taraftan insanın olası tüm problemleri çözüme kavuşturma gayreti, olası tüm sorunları açıklayabilme gayreti içerisinde olan insan, umutsuzluğu, iki eli-kolu iple bağlılığı yadsınmayarak, umudu tercih etmekte ve insana bir hayat yolu bulundurmaya çabalarken, yaşamanın anlamsızlığından ziyade, yaşamanın her şeye rağmen tutuculuğuna veya hayatı yaşanır kılan, anlamlandıran ölüm korkusuna karşılık umutlu olmayı tercih etmek en güzelidir.

Genel bir perspektifle duruma baktığımızda şayet umut yoksa gerek düşünsel açıdan felsefece intihar çözüm olmaktan çıkarsa, geriye kalan saçma fikirlerin varlığını tanımlayıp kabul etmekten başka bir çare kalmamaktadır. Saçma fikirlerin kabul edilmesi, onun pozitif ve bilhassa önemli bir değerin beslendiği kaynağı durumuna getirilmesiyle, insan için bir yaşama yolunun keşfedilmesi olanağı doğacaktır. İnsan için kurtuluşa gidecek olan yolun çıkışında, ölümlü ve saçma yaşamanın kabul görmesi ve kabul görmenin de huzura vurgu yapabilecek olan mutluluk erdeminin kaynağı şekline dönüştürülmesi gerektiğine parmak basmaktadır.

Böylelikle mutluluk erdeminin şerbetiyle kendinden geçen fani için ölüm, olumsuz bir gerçeklik olmamalıdır; tersine ölüm insanı bu dünyaya bağlayan belki de tek gerçeklik olmalıdır. Çünkü insan bu dünyada yaşamasına rağmen, ölümden sonra bir hayatın olduğunu bilir ama bu hayatı nasıl yaşayacağını tam olarak bilemeyebilir ve bu müphemlik onu bu dünyaya bağlar. Yapabileceği başarıları, değerleri, fenomenleri yani kısacası her şey bu dünyadadır. Onun mutluluğu, özgürlüğü bulma şansı bu dünyanın içerisindedir. Çünkü bu dünya güzeldir ve bu dünyanın dışında, bu dünyadan ayrı bir kurtuluş yolu yoktur. Başka bir dünyaya güvenip ona bel bağlamak onu bu dünyadan çekip almaya kâfi bir nedendir ve böyle bir durum onu bu dünyayla ilgili bağlarını da koparacaktır. Öyleyse bu dünyadaki hayat, yaşanmalıdır. Hayat ne kadar değerliyse, ölüm de o kadar değerlidir. Çünkü ölüm insanı bu hayata bağladığına göre, ölüm yok ve ölümsüzlük varsa yaşama aşkı da ortadan kalkar. Hayat ise kısadır. İnsan, bu kısa hayatını en iyi şekilde değerlendirmeli ve sadece bu dünya olan ülkesinde zamanını yitirmemelidir. Önemli olan, somut, pratik, ampirik ve kişisel hayattır. Oysa hayat sadece bireyin hayatı değildir, olmamalıdır. Çünkü hayatın önkoşulu, aileden geçiyor ve birey kendisini aile bağlarından geçen kan bağı mabudesinden soyutlamamalı veya kendisini yalnızlaştırmamalıdır. Çünkü ona kucak açmış bir ailesi yani anne babası her dem vardır yanı başında! Bundan dolayı da bir çözüm değildir, intihar. Artık kumdan gözlüklerini at bir köşeye ve yitik sevdadan dolayı kör olmuş gözlerini aç! Gülbahçelerindeki elzem gül kokusuyla gülümse hayata ve kondur hayatın alnına bir Peygamber busesi…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazar Yazıları Haberleri