Ne diyordu ünlü düşünür Albert Camus: “İnsan, ‘hayır’ diyebilen tek varlıktır.” Evet, doğru demiş insan ‘hayır’ diyebilen tek varlıktır. Fakat bunun türevi de doğrudur: “İnsan, ‘evet’ de diyebilen tek varlıktır!” Peki, insanı “evet” ya da “hayır” diyebilen varlık yapan nedir?
Evet, insan doğası veya yaratılışı gereği hem “evet” hem de “hayır” diyebilendir. Fakat onun bu yanıtları, daha çok onun seçim yapılabilen özelliğinin bir sonucudur. Çünkü insan, renklidir ve seçim yapabilendir. Ki bu seçimini daha çok ayıklama veya faydalanma seçilişlerine göre yapar.
İnsanın bu onaylanma veya reddetme kabiliyeti, onun özgür seçimler yapmasına da olanaklar verir. Nitekim insan, bu kabiliyetlerini veya özelliklerini uygulayabileceği, hür olduğu bir yapıya ya da müsait bir ortama ihtiyaç duyacaktır. Ki bu müsait ortam ise ancak “demokratik bir yapı” olabilir. Nitekim insanın fikri hür olduğu zaman ancak seçim veya tercihte bulunabilir.
Bu yapıyı oluşturan demokrasi ise çoğunluğun ve renkliliğin sesidir. Ki zaten renkler güzeldir, eşsizdir. Her rengin bir güzideliği, nadideliği olduğu kadar bir de seçimi veya tercihte bulunabilme yeteneği vardır. Bu seçim, kişiyi ilgilendirmekle beraber bilhassa içinde nefes alıp verdiği toplumu veya kavmi de etkiler ister istemez. Çünkü önceden düşünülmemiş bir adım, kendi toplumunu uçurumun kenarına getirmek olur. Bu da bir seçmenin seçiminin ne kadar önemli ve bir hayli de ses getirebileceğini gözler önüne serer.
Nitekim her coğrafyada renkli geçer seçimin havası. Bu renklilik, daha çok demokrasi kavramının beraberinde getirdiği renk cümbüşleridir. Bu renk cümbüşü tıpkı gökkuşağı gibi rengârenktir. Zaten bu renklilik, demokrasi bahçesindeki çiçek çeşitlerinin seçim havasına girmesidir. Ki oluşan bu ambiyans daha çok toplumun yararına olmalıdır. Bu bağlamda toplum, en yüksek iyi olmak durumundadır ve bu temel gaye etrafında birleşmeli tüm renk cümbüşleri.
Oysa coğrafyalar ayırır insanları/toplumları. Evet, doğrudur ayırır insanları. Ki bunun temel nedeni, insanların renkli ve menfaatçi olmalarıdır. İnsanın bu renkliliği hem iyi hem de tehlikelidir yerine göre. Çünkü her insanın ihtiyaçları farklıdır. Bu farklılıklar hem bireyin dünyasını hem de çevresini etkiler.
Böylelikle her birey, rengine veya sesine dikkat etmelidir. Çünkü bir renk, çoğunluğun sesidir. Sesine ve rengine sahip çık! Sesine veya rengine sahip çıkmazsan dışarıdan yabancılar gelir, senin coğrafyana ya da kavminin içerisine fitne-fesat, safsata, hilekârlık ve yobazlık koyup mevcut düzenini (ki kasıt dini, kendi kör emelleri için siyasallaştırıp kutsallığını zedelemektir) harap ederek toplumun birlikteliğini, dayanışma ruhunu bozabilir. Nitekim bunun olmaması için ilk ve temel adım, kendi rengi veya sesine sahip çıkmakta geçer! Çünkü senin seçimin/tercihin toplumun elzem rengini, sesini oluşturacaktır. Ki bu ses de var olma sebebinin rengini teşkil etmektedir. Bu durumda varsın, rengin de senin benliğinle beraber vardır. Bu varoluşun seni sen yapan sesindir/rengindir!
Son tahlilde renkli insanlar güzeldir ve olmalıdır her insanın bir rengi, bir tarafı. Doğaldır, olmalı! Bu yoksa değişim veya değişiklikler dört duvar arasına hapsedilmiş olur. Ki renginiz, tarafınız olsun ve en doğal hakkınızdır. Fakat renginiz, başkasının buyruğu, emri veya boyunduruğu altında olmasın, ezilmesin fikri hür seçilişleriniz. Çünkü renginiz aslında sizi siz yapan elzem soluk alışverişinizdir. Bu güzide rengini başkasının kör menfaatlerine peşkeş etme ki soluğun hangi coğrafyada olursa olsun ilkin kendin ol, başkası olma! Çünkü senin rengin, senin hayat tarzını şekillendirir ve bu şekillenmeyle beraber coğrafyalar, senin seçimindeki rengin ortak paydası veya sesi olur. Ki bu ses, senin sesindir. Ama yine de senin rengin olsun! Olsun ki sesin sana kalsın, ortak paydan, içinde yaşadığın toplumun sesi veya rengi olsun. Böylelikle rengin seninse, kavminin rengi de senin kavminin rengi olur. Ki bu bakış da senin kavminin dayanışması, birlikteliği veya sesi, rengi olur.