Birçok toplumsal talep şekillenmesinde pek sağlıklı yaklaşımların olmadığını söylemek mümkün. Dünya nüfusunun geometrik artışı, bu artışa paralel artan ihtiyaçlar ve tüm bunların karşısında kapitalizmdeki klasik “kaynakların kıtlığına karşın, ihtiyaç ve isteklerin sınırsız olduğu” gerçeği karşısında son derece planlanmış bütçelerin hazırlanması elzem bir gereklilik. Nitekim modern yaşamda artan ihtiyaçlar listesi de buna eklenince denk bütçenin önemi daha çok önem kazanmaya başlıyor.
Dünya ekonomilerinde başta bütçe açıkları ve bu açıkların yarattığı borçlanma maliyetleri ülke ekonomileri üstünde büyük baskıya sahip. Özellikle üçüncü dünya ülkelerinde bir türlü sağlanamayan üretim, tüketim, yatırım ve cari açıklar bu ülkelerde enflasyonist baskıyı körüklüyor. Bu ülkelerdeki enflasyonist baskı çeşitli nedenlere sahip olsa bile ekonomik dengeyi sağlamada kullanılan dış borçlanma seçenekleri ulusal bütçeler üzerinde olağanüstü kredi faiz maliyetlerini yaratıyor. Üçüncü dünya ülkelerinin sahip olduğu cılız ekonomi gelirleri dış borçlanmada kredi faiz maliyetlerini karşılamaktan oldukça uzak. Üstelik faiz maliyetinin akılcı bir ekonomi politikasından öte bu ülkelerin yönetimlerince popülist amaçlar doğrultusunda kullanılması dış borçlanmanın esas amacından sapmasına yetiyor. Halbuki dış kredi ile yapılması gereken ülke ekonomisinin yatırımlar kaleminin güçlendirilmesi seçeneği yerine demin bahsettiğimiz cari kalemlere yönlendirilmesi borçlanmanın verimliliğini ayaklar altına almaya yetiyor. Tabii akıl dışı yönelişler ister istemez ekonomide diğer yan hastalıklara neden olduğu gibi esas hastalığın yanında yenisinin türemesine sebep oluyor. Kısacası hata yeni hataları doğuruyor.
Makro ekonomide dengeyi sağlamada yapısal çözümler dışında pek alternatifler olduğu görünmüyor. Yapısal iyileştirmeler üstelik uzun yıllara yayılabilecek bir süreç. Burada en önemli strateji saptanan ekonomik veya yapısal politikalar ülke yönetimleri değişse bile bir ulusal politika olarak benimsenmesi gerekliliği. Kısacası bu salt bir dönemden öte saptanmış yapısalcı yöntemlerin olumlu sonucu doğurana değin taviz vermeksizin uygulanması stratejisi ile kararlılığı ortaya koymaktan ibaret. Bu model de açıkça ülkelerin daha çok tarihi eşiklerine denk geldiğini belirtmekte fayda var. Bu stratejiye en yakın örnek İsrail ekonomisi verilebilir. 1980 ve 1990’lı yıllara kadar hiper enflasyon, cari açık problemleri ile boğuşan İsrail ekonomisi alınan yapısal kararlar sonucu şu anda dünyanın en iyi ekonomilerine örnek verilecek seviyeye gelmiş bulunuyor. Modern tarım yöntemlerini ihraç etme mücadelesi ve sanayi alanındaki olağanüstü çabaları ülke ekonomisini düzlüğe kavuşturmaya yetmiştir.
İşte ekonomilerin bu denli önemli bir enstrüman olduğu ülke yönetimlerinde kaynakların ve buna karşılık ihtiyaçların dengeli bir yöntem ile gidermeye dönük strateji çok önemli. Hele özellikle toplumsal talep varken bunun çözümünü sağlayacak bütçenin en başta ortaya konulması gerekiyor. Çünkü ihtiyaçların halli her halükarda ekonomik bir kaynak sayesinde karşılanacağı gerçeği dururken, bütçe kaynaklarından bu talebe yönelik oluşturulacak bir aktarım diğer hedeflerin altüst olmasına neden olabilecek riski de içinde barındırır. Dolayısıyla bir hedef henüz gerçekleşmeden oluşacak bütçe harcaması hem yeni projeye hem de önceki hedef oluşumlarına ket vurma riskine sahip.
Dünya ekonomisinin geldiği modern aşama her türlü yeni hedefin öncelikle maddi alt yapısını oluşturma şartını en önemli husus olarak dayatıyor. Dolayısıyla maddi kaynakların oluşturulmadığı, bütçede yerinin doldurulmadığı söylemler popülist vurgular olarak kalmaya mahkumdur. Bu kaynak da ya borçlanma seçeneği veyahut bütçede başka amaca ayrılmış kaynakla olabilecektir.
Yukarıdaki kaynaklara karşılık ayrılacak harcama bütçeleri mantığı hem merkezi yönetimler hem de yerel yönetimler için aynı gerçekliğe sahip bulunuyor. Ve hatta yatırım yapma hedefindeki bir şirket için dahi aynı gerçekliğe sahip. Aslında atalar boşuna “ayağını yorganına göre uzat” dememişler. Henüz borsa, kredi olanakları, IMF, Dünya bankası gibi kavramlar olmadığı zamanlar bunun püf noktasını az önce yazdığımız atasözünde somutlaştırılmıştır.