KÖYÜMDEN ESKİ BİR İLKOKUL HATIRASI

İsimlerini daha sonradan öğrendiğim hem berber dükkanları hem de üç tane ahşaptan uzun ayaklı fotoğraf makinaları ortak olan Behnan SAÇU ve İbrahim ELYAKUT’un iş yerlerini öğrendikten sonra yanlarına giderek diploma için resim çekeceğimizi anlattık.

Bin dokuz yüz yetmiş bir yılı Nisan Ayının sonlarına doğru Ulak (Fırfele) Köyü ve civarında; o yılki kışın çok yağışlı geçmesinin etkisiyle bahar ayları çok bereketliydi. Bu dengeli yağışların toprakla buluşması köyün etrafındaki çayır, bağ ve merasında envaı çeşit nebatatın yeşermesine, şahlanmasına vesile olmuştu. Renga reng çiçekler adeta değişik çeşitlerdeki göçmen kuşları davet etmişti memleketimize. Bal arılarının yanısıra değişik renk ve tonlardaki kelebekler doyumsuz bir manzara teşkil ediyordu. Her bir yabani kirazın dalını birer cırcır böceği adeta mesken tutarak melodi ve şarkılarını avazları çıkıncaya kadar söyleyiveriyorlardı bu yıl ki Nisan Ayında. Günler öncesinden 23 Nisan bayramına hazırlık yapan biz ilkokul öğrencileri kırlardan toplayacağımız çiçek çeşitlerinin hesabını yapıyorduk. 23 Nisan sabahında annelerimizin daha bir gün öncesinden yıkadığı siyah önlüğümüzü ve beyaz yakalığımızı üzerimize giyerek sevinçle önce kıra gidip bir demet değişik renklerde çiçek toplayarak okulun bahçesinde toplandık. Her zaman ağzından çıkan her bir kelimeyi emir bildiğimiz sözlerini yine merdivenlerin üst basamağında duran öğretmenimizden dinleyip uygun adımlarla okul bahçesinden çıkarak marşlar eşliğinde köyün etrafında bir tur atıp okulun kuzeyindeki boş alanda toplandık. Bu arada yediden yetmişe tüm köy halkı meydanda toplanmış bizlerin 23 Nisan’da sergileyeceğimiz oyun ve diğer etkinliklerimizi sabırsızlıkla bekliyorlardı. Bayram töreni başladığında öğretmenimiz günün anlam ve önemini üstüne çıktığı yükseltiden yüksek bir sesle (tabi ki o yıllarda köye henüz elektrik gelmemişti) dile getirdi. Konuşmasını sonlandırınca biz öğrenciler ve köy halkı el ayalarımızı patlatırcasına bir alkış tufanını kopardık. Alkışlar dindikten sonra öğretmenimiz yükseltiden inerek yerine geçti. Daha sonra şiirler, yarışlar nihayetinde o yılki bayram törenimiz sona ermiş oldu. Bu arada çocuğu yarışa katılan ebeveynlerin telaş ve heyecanları görmeye değerdi. Ebeveynler renkten renge giriyorlardı. Bitiş ve teşekkür konuşmasını yapmak üzere tekrar öğretmenimiz o yükseltiye çıkıp muzaffer olmuş bir komutanın gururu ve edası ile biz öğrencilere ve törene katılan köy halkına kısa bir teşekkür konuşması yaptı. Ve “ Çocuklar yarın saat onda okula gelin sene sonu karnelerinizi alınız.” Dedi. Öğretmenimizin ağzından cümlenin son kelimesi daha çıkmadan alkış ile beraber sevinç çığlıkları, tabir yerinde ise Arşı Alayı çınlattı! Ve sahayı yıldırım hızıyla terk ederek evlerimize dağıldık.

O tarihlerde ilkokullarda 23 Nisan Bayramı’nın ertesi günü sene sonu karneleri dağıtılıyordu. Ama o yıl ben ve arkadaşlarımın bir kısmı ilkokul beşinci sınıf olduğumuz için karneler dağıtıldıktan sonra da bir hafta boyunca mezuniyet kursuna gitmemiz gerekiyordu. Ertesi gün okula gittiğimizde alt sınıfların hepsi karnelerini aldılar. Biz 5. Sınıflar okulda bekletildik. Daha sonra öretmen bize dönerek “diploma ve mezuniyet defterine yapıştırılmak üzere yarın İdil’e gidip vesikalık resim çekmeniz lazım.” Dedi. Hiç İdil Şehir merkezini görmeyen, bir şehri hayal dünyamızla ancak görebilen bizler sevinçten adeta dünyalar bizim oldu! Ve o dünyayı da öğretmenimiz bize hediye etmiş gibi sevindik. Hemen şöyle bir beyin fırtınası yaptık. Babalarımıza deriz ki öğretmen İdil’e gidin resim çekin dedi deriz. Bu sözleri öğretmen dediği için babaların itiraz hakkı kalmaz güveni beynimize yerleşti. Öğretmenin bize söylediklerini babalarımıza anlattıktan sonra ertesi sabah resim parası ve fazladan da bir harçlığı alıp cebimize koyduk. Kaybolmasın diye içinde paranın olduğu cebimizi bir çengelli iğne ile düğümledik. Ve halı hazırda hiç kullanılmayan köyümüzün eski yaya yolu olan ve Antik Gré Elım’in Yamaçlarından İdil Göletine akan birinci, ikinci ve üçüncü sé bestleri (üç dere) geçtikten sonra İdil’de ki Şeyh Seyda Cami minaresinin üst kısmı çok yakınımızda gibi görününce biz öğrenci kafilesi sevinç çığlıkları attık! Birbirimize sarıla sarıla yolu kat ederek nihayet İdil’e vardığımızı anladık. Bérmé (eskiden İdil merkezde bir gölet) ile eski Kilisenin arasından geçerken aşağı çarşıya yaklaştığımızda daha önceden ismini işittiğim ama ilk defa çıplak gözlerle gördüğümüz ve İdil’de tek olan “Aşé égır”’ın (değirmen) siyah taştan olan binasının siyah uzun borusundan çıkan dumanla beraber çüt çüt çüt seslerine kulak kabartarak çarşı merkezine vardık.

İsimlerini daha sonradan öğrendiğim hem berber dükkanları hem de üç tane ahşaptan uzun ayaklı fotoğraf makinaları ortak olan Behnan SAÇU ve İbrahim ALYAKUT’un iş yerlerini sorup öğrendikten sonra yanlarına giderek diploma için resim çekeceğimizi anlattık. Tepeden tırnağa bizi süzen Behnan ve İbrahim muhtemelen zihinlerinde katıksız, saf birer köylü olduğumuz kanaatına varmış olsa gerek bizleri biraz ayakta bekletildikten sonra gelin dediler. Dükkanının camekanına siyah bir örtüyü önceden çakılı çivilere takarak örtünün gerdirilmesini sağladılar. Ahşap bir sandalyayı örtünün ön tarafına koydu. Bizleri sıra ile sandalye de oturmak üzere davet etti. Her defasında makinanın arkasına bağlı olan tünelimsi siyah bezin içine kafasını koyup çekeceği resmi ayarlayıp resimlerimizi çekmeye başladı. Hiç unutmam ben makinenin karşısına oturunca dedi ki bana; ben makinenin ağzından kapağı çıkarıp yerine tekrar koyuncaya kadar sakın gözlerini kırpmayasın? Kapağı çıkarıp tekrar yerine koyuncaya kadar dudakları kımıldıyordu ve içinden bir şeyler okuyordu! Tabi ki gözlerimi hiç kıpırdatmadım. O sessiz dudak okumalarını uzun yıllar düşündüm. Ne söylüyordu? Neler okuyordu diye! Bir türlü öğrenemedim. Zihnimi hep meşgul etti. Ve ne söylediğini bilen birini bulamadım. Bu arada İbrahim ve Behnan’ın Süryani olduklarını da biliyordum. O küçük ve nakıs aklımla acaba bu adam duamı okuyordu? Daha sonra Süryaniler dua okuyamaz ki derdim kendi kendime! Tabi ki o zaman ki yanlış algım bana o şekil bir düşünce söyletiyordu. Bu iki İdil’ li esnafın memleketimize büyük katkıları olmuştur elbette. Hayatta iseler sağlık ve sıhhat diliyorum. Vefat etmişlerse Allah’tan rahmet diliyorum. Nihayetinde makas ile dörde bölünmüş bir zarfın içinde resimlerimiz bize verildi. Bizlerde ücretini takdim ederek iki ustanın yanından ayrıldık. Biraz çarşıyı gezdik. Hayatımız boyunca görmediğimiz şeylere dikkatle bakıyorduk. Devamlı büyüklerimizden dinleyip de hiç görmediğimiz Sarayı (Hükümet Konağı) görmeye gittik. Siyah taşlardan yapılmış bodrumuyla beraber üç katlı bir bina! O zamanlar İdil’in en yüksek binası. Uzaktan doya doya sarayı seyrettik. Öğrenciliğimiz boyunca karne parası dışında cebimiz para görmemişti. İlk defa karne parasından fazla bir meblağ ile tanışmış oluyorduk. Resim parasından artan az paramızla eski İkiz Lokantasının karşısında olan harçsız siyah taşlarla duvarları örülü, damı torpak bir fırın gözümüze ilişti. Fırına gidip ikişer somun ekmek aldık. Köye dönmek için yola çıktığımızda birini yolda iştahla yedik. Diğer kalan bir somun ekmeği de evdeki kardeşlerimize vermek üzere hiç ilişmedik ve itina ile koruyarak eve götürüp annemize teslim ettik. Anne; kardeşlerimiz arasında pay ederek onlara o gün bayram sevicini yaşattı.

İlkokuldaki hayat hikayemizde bu şekilde nihayete ermiş oldu.

Bu yazı toplam 384 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
11 Yorum
M.Emin BOZKUŞ Arşivi