Abdulaziz BİLGE

Abdulaziz BİLGE

CİZRE’NİN TARİHİ ESERLERİNİ KORUMA BİLİNCİ

Geçmişi çok kadim medeniyetlere dayanan Cizre, dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biridir. Bu kadar kadim bir geçmişi olan şehrin bugüne kadar hatırı sayılır arkeolojik çalışmaların yapılmaması da elbetteki düşündürücüdür. Bu şehrin üstündeki tarihi kalıntıların gizemi pek çözülemediği gibi şehrin altındaki gizem de çözülmüş değil. Toprağın üstündeki ya tahrip olmuş ya da çalınmış, toprağın altındaki de keşfedilmeyi bekliyor. Cizre surlarının gün yüzüne çıkarılmayı hala beklenilmesi, Develer Hanı içinde küçük arkeolojik bir kazı ile başka bir dönemin izlerine rastlanılmış ve bu kısım örneklem olarak öylece bırakılmış ve hala çalışılmayı beklemesi vb. gibi sıralayabiliriz. Az da olsa görülen gelişmeler sevindirici. Mehmet Ağa Kasrı’nın (Şimdiki Dengbej Evi) kalan son halkasının da mimari yapının bütününe dâhil olması çok önemli bir gelişme.
Cizre’nin çok eski olması sahip olduğu eski yapıların da tarih boyunca çok şeye tanıklık etmesi demektir. Normal doğal ve doğa şartlarının getirdiği tahribatlar olduğu gibi tarih sahnesinde cereyan eden hadiseler de bu tarihi yapıların bu tahribattan nasibini alması kaçınılmaz olmuştur. Söz gelimi Bedirhan Paşa kalkışmasını bastırmak için şu an Şahin Tepesi diye isimlendirilen, o zamanda bu yere konuşlandırılan Osmanlı Ordusu ki bu nedenle de buraya Cizre’de Kürtçe “Bonê Orduyê” denilmiş, buradan atılan toplarla bazı yerler yıkılmıştır. Cumhuriyet döneminin ilk başlarında yazılan gazete yazılarına baktığımızda Cizre için “harabe çok eski bir şehir” şeklinde bakımsızlık ve tarihi yapıların tahribatına dikkat çekilmiştir. Hatta bu konuda zamanın Cizre kaymakamı Baki Başaran gazetelerde yazılar yazmış, Cizre’nin köhne harap bir şehir olduğunu belirterek buna karşın yapmaya çalıştığı faaliyetlerini anlatır.

whatsapp-image-2023-08-29-at-13-17-32-001.jpeg

(KAYSERİ ÇARŞISI KAPISI - DERİYÊ QAYSERİYÊ)

Cizre’nin tarihi yapıları, kalıntıları, eserleri; tarihi olayların cereyanından yaşanılan tahribatlar, çalınmak suretiyle tarihi eser kaçakçıları ya da hırsızlarının tahribatları ve maalesef ki kendi halkımızın kendi eliyle yapmış olduğu tahribatlar ve ilgisizlik, sahipsizlikten kaynaklanan onarımların yapılması ile yok olan eserlerimiz oldu ve yok olmakla karşı karşıya kalan pek çok tarihi eserimiz var. Daha enteresanını söyleyeyim tescillendiği halde yani koruma altına alınması yasal güvenceye altına alındığı halde, kaderine terk edilmiş yapılarımızın olması düşündürücü değil mi? Bir kısım halkın duyarlılığı olmasa bu eserlere gösterilen az garet dahi görülmeyecek gibi…
Yapılarımızı kendi elimizle yok etmemiz, kahreden bir durum. İç acıtıcı bir örnek vereyim o zaman. Malumunuz bizim kaç kere yanan meşhur Kayseri Çarşımız vardı. İsmini Romalıların padişahlarının “Kayser” lakabından alan bu Kayseri çarşıları Mardin, Cizre, Erbil, (Hewlêr) gibi şehirlerde de bulunan tarihi çarşılardır. Cizre’de bulunan daha sonra yok olan Kayseri çarşısında yine ismini buradan alan bir “Kayseri Kapı”mız vardı. Derîyê Kayseri… Bu kapı, Cizre Kayseriye Kapısı 11.11.1982 tarih ve A-3913 nolu karar ile tescillenmiştir. Fakat gel görki bu tarihe tanıklık etmiş olan, bilmem hangi cengâverin belki hangi evliyanın ya da hangi emirin içinden geçtiği bu kadim kapı, tescilden üç sene sonra kendi elimizle yıkmışız. Hatta amcam Hüsamettin Bilge bu tarihi ve anlamlı kapının yıkılışına denk gelip tanıklık etmişti. “Ben her zaman olduğu gibi mezarlığa kabir ziyaretine gidecektim. Cizre Kayseri Kapısı da mezarlığa yakın bir yerdedir. Yine bir gün mezar ziyaretine yolda giderken, işçiler ellerinde balyoz ile tarihi Kayseri Kapısını parçalıyorlar, oturup ağladım. Ziyarete gitmeyi bile unuttum. “dedi.
Maalesef 1985 yılından sonra bu ecdat yadigârı tarihi Cizre Kayseri Kapısı yıkıldığından 18.02.2009 tarih ve 35 nolu karar ile tescili düşürüldü. Hâlâ tescilli olup da korunma bekleyen pek çok yapı var. Umarım onların akibetleri de tarihi Cizre Kayseri Kapısı gibi olmaz. Bu mevzular çok uzayıp gider. Daha da ekleyebileceğim çok şey var ama önümüzdeki müstakil başlıklara bırakacağım konuyu. Qantere gibi… Meşet Ali Kapısı gibi…
Toplum olarak tarih bilinci, ecdat bilinci, dil bilinci, çevreye duyarlı bir bilinç olmadan kaybedecekelerimizin sayısı artar. Hadi bilinç sahibi olmayanlardan artık pek beklentimiz yok ama bilinçli insanlardan gayret ve ilgi bekliyoruz. Bir eserin kıymeti sadece maddi yapısı değildir. Onun beraberinde getirdiği manevi bağlar ve onunla yani o tarihi eserlerle yapılarla oluşan toplumsal hafıza ile toplum var olur ve kimliği, benliği ayakta durur. Oracıkta duran duvarlar, çimentolar bir taş yığını değil, bir toplumun geçmişine şahitlik etmiş gözlerdir. Her bir taş, onu oraya bırakan ustasını hatırlatır, onu yaptıran emirin emrini gösterir. Bir kadim medeniyetin ispatı vicududur. Bu bile bize yeter.
“Aktarım” çok önemli bir konudur. Bu, tecrübe, hayat aktarımıdır. Zira insan, bir önceki biriken bilgiler üzerine temel kurarak tekamul eder. Bu nedenle tarihi eser bilinci, kültür ve din bilinci, ahlak bilinci çocuklara anlatmakla birlikte yaşamda da uygulamakla çocuğun dünyasında yer edinmeye başlar. Çocuklarımızı, gençlerimizi şu kadim şehrin anıtlarında gezdirip ve onlara bir taş bir çimentodan öte bir dünya olduğunu aktarmılıyız. El Cezer’inin dokunduğu sutunlar, Melayê Cizîrî’nin ters kubbede yankılandığı kasideler, İbnu’l Cezeri’nin inlettiği kıraatler… Böyle anlatılmalı genç nesillere. Onların da bu eserlere sahip çıkarken bu eserlere bir taş ve çimento yığını olmadığını ve arkasındaki dünyayı gördüğünü görür oluruz.

Bu yazı toplam 1147 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Abdulaziz BİLGE Arşivi