KENTLER VE İNSANLAR

Uzun yıllar süren yaşamların, savaşların ve mücadelelerin bakiyesi olan kentler, kapital yönetim ideolojisi ile birlikte temel bir yaşam yeri haline gelmiştir. Elbette salt bu yaklaşım modelinin zorlaması olduğu iddia edilemez. Aksine artan nüfusun barınma, beslenme gibi temel ihtiyaç yönleri ile kırsalın bu ağır yükü kaldırması imkansız hale gelmişti. Geometrik çarpanla artan insan kütlesi doğanın özündeki diyalektik ile savrulmalar yaşar hale gelmesi kentlerin onlar için bir durak olması gerektiği artık kaçınılmaz bir sondu.

Ortak yaşam halini alan kentler yönetim organizasyonları sayesinde nüfusun terbiye edilmesi sistemi ile birlikte günümüze kadar ulaşan değişik kentsel yaşam modelleri oluşturmuştur. İlkel ve salt karın doyurma ilk aşamasından sonra kentsel teorik saptamalar kente olan farkı yaklaşımları dile getirmiştir. Kırsal olandan farklı gelişme ile ; daha organize yaşam, çevre kirliliği ile mücadele, trafik sorunları, işsizlik, artan suç oranları kent bilimcilerin bu konuda daha kafa yormasını sağlamıştır.
İlk olarak Avrupa’da ortaya çıkan belediyecilik modelleri ile şehir insanlarının yaşadıkları kentin yönetimine katkı sağlamaları düşüncesini beraberinde getirmiştir. Merkezi otoritenin yereli anlamaz retoriği bu defa kentin kendine sahip çıkması refleksinin doğuşuna neden olmuştur. Desantralizasyon olarak tanımlanan ve merkeziyetçilik modelini dışlayan yeni akım birçok başarıyı getirmeyi sağlamıştır.
Yerel yönetim kavramı bizdeki gibi elbette salt kentin temizliği, ulaşım ve imar konularını aşan bir modelle daha üst düzeyde bir çalışmayı ortaya koyma becerisini dünyaya bahşetmiştir. Klasik belediyeciliğün yanısıra “hemşeri” kavramını içselleştiren dayanışmacı bir sosyal belediyecilik ilk adımı oluşturmuştur. Tabi bunun yanında eğitim, yerel yasama organı olma modelleri diğer ülkelerin çok üzerinde bir organize yapının ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Gerçi bu model hani Avrupa tarihinde olmayan bir pratik olduğu iddia edilemez. Nitekim Elen ve Roma uygarlıkları dönemindeki adıyla polis devletleri yani şehir devletleri bu organizasyonun tarihsel arka planından başka bir şey değildi. Dolayısıyla Avrupa tarihinden gelen bir enerji baskısıyla modern kent yönetimlerine son derece rahat bir geçiş sağlamıştır.

Yukarıda bahsettiğimiz polis devletleri devasa büyüklükteki anfi tiyatro yapıları inşa ederek aynı zamanda kente dair kararları hep birlikte verme modelini tercih etmeleri ilk demokrasi adımlarıydı aslında. Antalya’daki Aspendos tiyatrosu benzerleri hemen hemen tüm Roma kentlerinde vardı.
Özüne indiğimizde kent ile ilgili kararların yine o kentte yaşayanlarca verilmesi gerektiği sonucu ortaya çıkar. Bu model hem rasyonel hem de yerel demokrasi gereği bir durum. Yerel ihtiyaçları kapsayan bu modelde bir adım daha ileri giderek eğitim, kültür, vergilendirme, ekolojik koruma konularını içeren bir yapıya doğru gitmesi muhtemel bir durum.

İdealize edilen kent modeline geçiş süreci için elbetteki donanımlı bir sosyal ve kültürel insan potansiyeli bulunması gerekmektedir. Bunu da sağlamanın yolu eğitim kurumları, kütüphaneler ve stabil kentsel çevre ile olabilecektir. Göç ve göçemen sorunlarının kontol edildiği güvenlik sistemleri bu yapının olmazsa olmazlarının başında gelir. Yaşanılan coğrafya her ne kadar bu şartı tarumar eden özellikte olsa bile akılcı yöntemler ile soruna çözümler üretmek belki de büyük coğrafyanın kaderini bile değiştirebilir.
Kent bilimcileri, şehir plancıları, toplum bilim uzmanları bu ideallerin yazım ekibi olacaklar. Birlikte yaşam kurallarını net ve ihtiyacı karşılayan bir zemine oturtursak büyük sorun olan beyin göçü de önlenmiş olacaktır. Bu durum aynı zamanda çürümüş toplumsal yapının da panzehiri olacaktır.

Bu yazı toplam 39 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mesut BALTA Arşivi