
Mesut BALTA
Önyargıların Gölgesinde Bir Dünya: İnsanlık Ne Zaman Öğrenecek?
Toplumların kaderini belirleyen en derin sorunlardan biri, farkında olarak yada olmayarak benimsediğimiz önyargılardır. Tarih boyunca birçok savaşın, ayrımcılığın ve sosyal çöküşün ardında, insanların birbirine duyduğu temelsiz korkular, kalıplaşmış düşünceler ve akıl dışı kabuller yer almıştır. Günümüzde ise bu önyargılar hâlâ bireysel ve toplumsal düzeyde etkisini sürdürmekte; barış ve birlikte yaşamı zorlaştırmaktadır.
Özellikle inanç dogmalarının beslediği önyargılar, dünyayı keskin sınırlarla kategorilere ayırmaktadır. Bu kategoriler öylesine katıdır ki, birey daha doğmadan ait olduğu grup, toplumdaki yerini belirlemiş olur. Böyle bir düzende farklı düşünmek ya da karşı çıkmak neredeyse imkânsızdır. Sonuç: Irkçılık, cinsiyetçilik, din veya mezhep temelli ayrımcılık… Basit ama çok tehlikeli sonuçlar doğuran bu anlayış, insanlık tarihinde sayısız trajediye kapı aralamıştır.
Bu karanlık yapıya karşı mücadele edenler yok değil. Aydın düşünürler, yazarlar ve aktivistler; yazılı eserlerle, düşünsel mücadeleyle ve bazen de bedel ödeyerek önyargılara karşı direnmişlerdir. Ancak bu çabaların kalıcı sonuçlar doğurabilmesi için, sadece bireysel değil, kurumsal düzeyde de adımlar atılması şarttır. Nitekim, II. Dünya Savaşı sonrası kurulan Birleşmiş Milletler gibi kurumlar, insan hakları temelli uluslararası sözleşmelerle bu mücadeleye katkı sunmuştur.
Yine de günümüzde hâlâ pek çok kesim dışlanmakta, ötekileştirilmekte ve yalnızlaştırılmaktadır. Daha da düşündürücü olan ise; kimi zaman aynı kimliği paylaşan gruplar içinde bile bu ayrımcılığın yaşanmasıdır. Bu durum, önyargının ne kadar derinlere işlediğini ve bireysel aklın bile kendi içine karşı taraflar üretebildiğini göstermektedir.
Toplumlar ancak hoşgörü ve empatiyle gelişebilir. Önyargıların hâkim olduğu toplumların ise hem sosyal hem de ekonomik olarak geride kaldığı açık bir gerçektir. Bu noktada demokratik bir denge kurmak, her şeyden önce bireyin kendisine yapacağı en büyük iyiliktir. Aksi halde, yıllar sürecek bir sosyal tıkanıklık ve çatışma ortamı kaçınılmaz olur.
Peki, bu önyargılar nasıl aşılır? Öncelikle, bu konuda bir irade ortaya koymak gerekir. Ardından, toplumsal bir uzlaşı ve uzun vadeli, bilinçli bir eğitim süreci inşa edilmelidir. Çünkü sloganlarla, ezberlerle ve dogmalarla dolu bir ortam, sadece yeni önyargılar üretir. Bu bataklıktan çıkmanın yolu; sorgulayan, düşünen, farklı görüşlere açık bireyler yetiştirmekten geçer.
Bugün size uzak görünen bir ayrımcı yaklaşım, yarın sizi de hedef alabilir. Dolayısıyla, bu sorun sadece “başkasının” değil, aslında hepimizin sorunudur. Daha barışçıl, daha adil bir dünya için; içimizdeki önyargıları fark etmek, yüzleşmek ve dönüştürmek zorundayız.
Çünkü gerçek özgürlük, kalıplardan kurtulmuş bir zihinde başlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.