Gülüstan Demirtaş
MEM U ZİN NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Dünya edebiyatının muazzam eserlerinden olan Mem u Zin, 1393 yılında Cizre Beylerinden Zeynuddin lakabıyla bilinen Emir Abdal Bey’in kızı Zin ile Divan kâtibinin oğlu Mem arasında Cizre’de yaşanmış, dramatik gerçek hayattan alınmış bir aşkın serüvenidir.
Öykünün örgüsü, Mem ve Zin adlı iki genç arasında yaşanan aşk üzerine kurgulanmıştır. Ve bu olay örgüsünün arka planında kalan Mem’in vefalı can dostu Tacdin ile Zin’in kız kardeşi olan Sıtti’nin aşk nağmeleriyle başlayıp evlilikle neticelenmiş oluk oluk aşk yumağından oluşur. Baharın habercisi, Gülbahçelerinin elzem kokusu olan bir newruz bayramında Zin ile Sıtti hayallerindeki beyaz atlı prensi bulma gayesiyle erkek kılığına girip newruz ateşinin yanında Mem ve Tacdin ile göz göze gelmeleriyle başlar ilk karşılaşmaları. Bu ilk kıvılcımla aşk şarabından sarhoş olan Mem ile Tacdin oracıkta kendilerinden geçerler ve bu baygınlığı fırsat bilen Zin parmağındaki yüzüğünü Mem’in parmağına, Sıtti de Tacdin’in parmağına kendi yüzüğünü koyar.
Onları sersemleştiren ve bu hale asıl düşüren kıvılcım sevdanın kör okuydu. Bu aşk, maddi değerlerinin üzerinde ve erkek ile kadın olma realitesinden öte bir aşktı. Bu aşk ikisini de kalbinden vurdu. Aşkın o çarpan akımı, ezelden beri bağlandığı, sonra yokuş aşağı saparak şu dalgalı dünya denizinin ortasına düşüp tabiatta, çiçekler arasında aradığı, bülbül, kuş sesleri arasında sesine kulak verdiği görüntüsünü yüz ve şekillerde bulmaya çalıştığı ve onca uzun ayrılık ile alevlenen özlemden sonra bugün karşılaştığı diğer ruhun bütün hücrelerine ulaşmaya başladı.
Mem ve Tacdin ayıldıklarında aşk şarabının tesiri bünyelerini bırakır ve bir de ne görsünler? İkisinin parmağında birer yüzük olduğunu fark ederler. Mem’in parmağındaki yüzükte Zin ismi yazılıyken Tacdin’inkinde Sıtti yazılıdır. Ertesi günün sabahında Zin ile Sıtti durumu dadıları Heyzebun’a anlatırlar ve dadıları da bir falcıya danışıp falcının yönlendirmesiyle Mem ile Tacdin’e bir ulak gönderir. Haberci kadın da Mem ve Tacdin’den yüzükleri ister ve bu arzunun üstüne Tacdin hemen parmağındaki yüzüğü verir ama Mem vermeye yanaşmaz. Ve Mem ekleyerek “ Allah’a yemin ederim ki şu an yanımda bulunan yüzük beni hayata bağlayan yegâne tesellim ve ayakta tutan ruhumdur ve Zin’in adı hürmetine sana yakarıyorum; bende kalan şu son nefesimi, ruhumu bana bağışla ve yüzüğün bende kalmasına izin verin.”
Bu aşk kokan sevdanın kör okunun üstüne “aynı anda iki kız kardeş evlenemez” geleneğinden dolayı Mem’in jestiyle sarayda ilkin Tacdin ile Sıtti’nin yedi gün yedi gece düğünleri yapılır. Bu bağlamda mutluluk sevinci mutsuzluğun gözyaşlarına karıştı artık! Ve Beko’nun kibir, fitneleri bir diken gibi Mem ile Zin’in arasında yeşermeye başladı. Beko, Cizre Bey’ini etkisi altına alır ve çeşitli tuzaklarla Mem’in yerin altındaki içerisi zifiri karanlık olan bir zindana atılmasına neden olur. Zin’in de dört duvar arasında ev hapsi hayatını yaşamasına sebep olur. Ki artık onlar için acı ve keder gıdası, gözyaşı tek içecekleri olmuştu. Ayıplamamak lazım! Aşk, bir gönül ateşidir. Aşk kalbe yerleşen bir sırdır, kınandıkça ortaya çıkar ve üzerindeki perde aralanır. Ki onların kalpleri ümitler yeşerip çiçek açacağı sırada ümitsizliğin kalplerinden vurulduğu feryat figan eden gözyaşları gibi akan ve özlem ateşi gibi coşan bir Dicle’dir. Ey Dicle! Ümitsizlik ateşinin yaktığı kurak kalp, bir keresinde Gülbahçemden sularını götür ki yürek ateşim bir nebze sönsün, bir nebze yaşama aşkıyla güller, nergizler açsın sevda sunağımda.
Kör sevdanın okuyla başlayan bu aşk mabudesi, önce Mem’in ölümü ve beraberinde Tacdin’in Beko’yu öldürmesi daha sonra yitik bir beden ve ruhla yetim kalan Zin, Mem’in mezarı başında ölür. Ve Botan bir matemin memleketi, kapalı renklerin diyarı olur.
Her ölüm, yeni bir doğumun habercisidir. Ki bu yeni doğum Botan’ın kanayan dirilişi, Dicle’nin gözü kulağı ve vuslatı bekleyen bir tadımlık rüzgârın sesi, feryadıdır. Bu feryat zıtlıkların muazzam uyumunu oluştururken bir nevi gönüllerde biriken elzem aşkın efsanesidir. Dolayısıyla Mem ile Zin’in sevgisi, aşkı fani bir aşk olarak başlamış ancak gelişen olaylar, ikisini gerçek aşka, Allah aşkına ulaştırır. Mem ile Zin arasında geçen ve aşk ile temsil edilen olaylarla, fani ve güçsüz olan insanın, yüce yaratıcının insana bahşettiği sonsuz sevgiyi kaldıramayacağı, gerçeğini dillendirir. Aşk olayında ruh, kendisine yakışanı yapmış ve sonsuza açılan yolun kapısını aralamıştır. Böylelikle genç yaşta yitirilen bir hayatın ötesine geçilerek daha üst bir mertebeye ulaşılmıştır. Bu üst mertebeyse aşk-ı ilahinin ta kendisidir.
Mem u Zin nedir, ne değildir? Mem ile Zin bir deryadır, tadına doyulmayan bu fani dünyada yitik bir okun yetim kalmasıdır. Asırlık, eskinmeyen devasa bir efsane, oluk oluk gözyaşıyla büyüyen Gülbahçelerin yegâne gül kokan misafiri, aşk meclislerinde aşkları dillere destan, kulaklara küpe olan bir ölümsüzlük iksiri, seven gönüllere rehberlik eden bir yakamozun Dicle nehrine yansıması, kâinatta ayrılık acısı çekenlerin ümitlerini yeşertip aşkla yanıp kavrulan gönüllerine vuslatı bağışlayan bir soluklu peygamber busesi ve rüzgârın fısıltısı ile bulutların ağlamasıyla dört bir yana namı duyulan bilhassa Botan halkının baş tacı sayılan bir veli nimetin elzem elzem temel gıdası, yaşama özlemidir. Mem u Zin bir başkaldırı, bir ayaklanmadır. Botan’ın ölüm dansının pistine maruz kalıp isyan etmesidir. Mem u Zin sistemin, gelenek ve göreneklerin kurbanı olup fani dünyada bir içim yakarıştır, vuslata hasret kalmaktır. Ve bilhassa Mem Zin için bir yöndür: Vurulmuş tutkun kalbin kıblesi ve şaşkın ruhun ümididir.
Mem u Zin basit bir aşkın yakarışı değildir. Satılık bir ruh, satın alınabilecek bir eşya hiç değildir. Mem u Zin dünyevi zevk ve duyguları için yaradanı unutmak değildir, aksine Allah’a götürülen ilah-i aşkın ta kendisidir. Mem u Zin bir kadehlik sarhoşluk değildir, hele umutsuz yaşamın şerbeti hiç değildir tersine umut, yaşama aşkının gölgesidir, her dem yüreklerinde koful koful yanan volkanları söndürendir, bağlayandır, hicran ve ızdırapları bir nebze bile olsa dindirendir, ızdıraplar içinde yanıp tutuşan bir kalbe sevgi busesi kondurmaktır ve ölüm bilinciyle hayata bağlamaktır tüm dünyevi bedenleri. Nitekim umut yoksa yaşama aşkı da gemisini sekteye vurarak umutsuzluk kılıfına bürünür ve artık ölüm kaçınılmaz olur. Yaşama aşkı söner, ölüm korkusu belirir, hayat çekilmez olur ve bilhassa akıl, tutkularına boyun eğer, sağlıklı fikriyatlar üretemez ve umut, umutsuzluk şerbetinin içinde yekpare yekpare boğulur. Ve boğulan ruh fani dünyadan bohçasını toplayıp son veda busesini bedeninde bırakıp göç eder.
Mem ile Zin’in ölümü demek Cizira Botan’ın yas evi, matemi demektir. Şehirdeki tüm insanların matem elbiselerini giymeleri ve hatta ağaçların da Mem u Zin’in ölümlerine yapraklarını dökmeleri demektir. Ahmede Xane Botan halkının siyah ve kapalı renklere düşkün olmasını o güne bağlar. Ki bu durumda görünen o ki “Mem ile Zin”in destansı aşkının etkileri halen Cizre halkının tesiri altındadır. Bu efsaneleşen aşkın en büyük göstergesi bilhassa Cizreli bayanların karalar bağlaması, kara çarşaflara bürünmesi asırlık dev âşıkların kavuşamamasının matemidir, başkaldırmasıdır. Çünkü Mem ile Zin’in ölmesi demek Dicle nehrinin yetim kalması ve mumun ışığından mahrum bırakılması ve bilhassa Mem u Zin’in ölümü demek “aşkın sürgün edilmesi” demektir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.