MEMLEKETİMİN MAZİDE KALMIŞ BİR KURBAN BAYRAMI

Bayram sabahına uyandığımda hemen üstümü giydim. Annemin yünden ördüğü ve bayram gününe sakladığım çorabımı da ayağıma giydim. Yine annemin tevnde ördüğü ve askı ipi nakış işlemeli olan yün torbamı omuzuma attım, kara lastik ayakkabılarımı giydim ve bir önceki günden kararlaştırdığımız beraber evleri dolaşacağım Salih adındaki akrabam ve arkadaşımın evine koşar adımlarla karları yara yara gittiğimde Salih bana kızarak nerde kaldın dediğinde onun öfkesini yatıştıracak bir cevap verdim.

27 Şubat 1967: O senenin kışı sonbaharında bir kısmını içine alarak tüm şiddetini kar ve tipi ile bizlere gösteriyordu. 27 şubatta kışın son günlerini yaşadığımız halde şiddetinden hiçbir şey kaybetmemişti. Her yer hala beyaz bir örtü ile kaplıydı. Kış boyu yağan karlar erimediği için meralardaki otlakların üstü kar ile kaplı. Bundan dolayı hayvanlar ahırlarından çıkmadıkları gibi, köylü gün boyu bu hayvanlarını beslemek mecburiyetinde kalıyordu. Köydeki hayvanlar için samanlık ve ambarlarda stoklanan saman ve arpalar tükenmiş, köylülerin yegane geçim kaynaklarının başında gelen hayvanların büyük bir kısmı açlıktan telef oluyordu. Durum böyle olunca bazı haneler kullanmadıkları veya kendilerine çok lazım olmadığı bazı ahırlarının, odalarının üstündeki toprağı kaldırıp; toprağın altındaki kuru ot ve meşe yapraklarını hayvanlarına yem olarak veriyorlardı. Sonbaharda kış zahiresi olarak stoklanan kut yani unları da hemen hemen çoğu evlerde tükenmişti. El değirmeninde (destar) arpalar un yapılıp tandırlarda ekmek olarak pişiriliyordu. Kışın çok uzun sürmesi köylülerin planlarını maalesef alt üst etmişti. Lakin biz çocuklar büyüklerimizin yaşadığı bu sıkıntıları pek his etmediğimiz için tek düşüncemiz 27 Şubat; yani bayramın gelmesi idi. Çünkü o gün kurban bayramı. Biz çocuklar için anlamı ve değeri çok büyük iki bayramdan birini doya doya yaşamaktı. Bayram günü ev ev dolaşacak ve halka şeklinde ortası delik beyaz ve pembe renkli şekerler toplayacaktık. Sadece bayram günlerinde pişirilen pirinç pilavından doya doya yiyecektik. O tarihte paranın biz çocuklar için hiçbir anlamı yoktu. Çünkü köyde para ile alacağımız bir şey bulunmuyordu. O yıl ilkokul birinci sınıfa gittiğim için yarıyıl tatiline bir hafta kala biz derste iken öğretmenimiz: ‘Çocuklar herkes karne parası için 10 kuruş getirsin’ dedi. Okuldan eve gelip bu durumu babama söylediğimde: ‘Tamam oğlum yarın sana 10 kuruş karne parası vereceğim’ dedi. Ertesi gün hayatımda ilk defa para ile tanışacaktım. Babam on kuruşu bana verdiğinde şöyle bir baktım ön yüzünde ay yıldız, arka yüzeyinde buğday başağı açık kahve renginde olan demir 10 kuruşu uzun bir süre temaşa ettikten sonra siyah önlüğümün cebine koyup okula gittim. Ders zili çalıp içeri girdiğimizde öğretmen masasının önüne giderek parayı öğretmenime verdim. Öğretmenim önündeki kağıda parayı verenler listesine adımı yazarken muzaffer olmuş bir kumandan psikolojisine girerek tekrar yerime mağrur mağrur geçip oturdum.

Bayram sabahına uyandığımda hemen üstümü giydim. Annemin yünden ördüğü ve bayram gününe sakladığım çorabımı da ayağıma giydim. Yine annemin tevnde ördüğü ve askı ipi nakış işlemeli olan yün torbamı omuzuma attım, kara lastik ayakkabılarımı giydim ve bir önceki günden kararlaştırdığımız beraber evleri dolaşacağım Salih adındaki akrabam ve arkadaşımın evine koşar adımlarla karları yara yara gittiğimde Salih bana kızarak nerde kaldın dediğinde onun öfkesini yatıştıracak bir cevap verdim. Salih hadi gidelim dediğinde ok gibi fırlayarak ev ev dolaşmaya başladık. Kar tipi omurumuzda değildi. Tek düşüncemiz bayramlarına gittiğimiz evlerin bize kuru üzüm değil de kırmız beyaz rengindeki yuvarlak şekerleri vermeleri idi. Arada bazı hanelerden kuru üzüm ikramlarını alınca benle Salih bir birimize bakıp yüzlerimizi ekşitirdik. Halka şeker ikram edilince keyiften havaya uçuyorduk. Bu arada yüz küsur haneden ibaret olan köyün hiçbir hanesini ıskalamamak birinci ve öncelikli hedefimiz idi. Evleri dolaşırken daha önceden aramız iyi olmayan akranlarımız erkek guruplarla da karşılaşıyoruz. Muhtemelen bayramın hatırasına olsa gerek birbirimize hain bakışlar dışında fiili bir kavga veya sataşmada bulunmuyorduk. Lakin bayram günleri dışında karşılaştığımızda mutlaka dövüşürdük. Nihayet gezmediğimiz, ziyaret etmediğimiz hane kalmayınca evin yoluna koyulduk ve yarın için görüşmeyi kararlaştırıp Salih arkadaşımdan ayrılarak evin yolunu tuttum. Eve vardığımda yılda sadece iki bayramda yapılan pirinç pilavından doyasıya yedikten sonra akşam oldu. Annem idare lambasının camını hafif nemli bir bezle sildi, akabinde yine kuru bir bezle ıslaklığını giderdikten sonra yakıp duvardaki çiviye astı Lambanın ışığının çok aydınlattığı yere torbamı boşalttım . Şekerlerle kuru üzümleri bir birinden ayırdım. Şekerleri özenle sayarak başka bir yerde sakladım ve sabahı bekledim. Sabah ilk işim Salih ile buluşup karşılıklı şekerlerimizi saymak oldu. Şekerlerimizi saydıktan sonra tüm cesaretimizi toplayıp şekerlerimizden ikişer şeker yedik. Sonra diğer şekerlerimizi tekrar torbamıza koyup kimsenin görmeyeceği evin bir köşesinde sakladık.

Bu yazı toplam 210 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
M.Emin BOZKUŞ Arşivi