Hayati Umut SÖNMEZ

Hayati Umut SÖNMEZ

DEMOKRASİ PROBLEMİ VE YEREL YÖNETİMLER SEÇİMİ ÜZERİNE BİR ANALİZ

Gönül heybemdeki fikriyatlarıma başlamadan önce konunun ahenk ve konu bütünlüğüne vurgu yapacak ünlü düşünür Karl Marx’ın bir sözüyle giriş mahiyetini yapayım: “Filozoflar mantar gibi yerden bitmezler; kendi çağlarının, kendi halklarının meyveleridir ve bu meyvelerin en süzme, en değerli ve en az görünen öz suları filozofik düşüncelerde belirir. Filozofların beyinde felsefe sistemlerini kuran düşünce, işçilerin elleriyle de demir yollarını döşer. Beyin, her ne kadar midenin içinde değilse de nasıl insanın dışında da değilse felsefe de dünyanın dışında değildir.”

Bundan dolayıdır ki her çağda filozoflar/düşünürler toplumlara fenerleriyle beraber kılavuzluk ederler. Nitekim demokrasiyi diri yapan ya da ayakta tutan düşünürlerle beraber halkın kendisidir. Bu manada demokrasi, içerik ve işleyişi, devletin sınıfsal karakteriyle ve son tahlilde mevcut toplumun üretim ilişkileriyle belirlenen ve her yurttaşın biçimsel, hukuksal yönden eşit olması ve azınlığın çoğunluğa uyması biçimindeki temel ilkelerine dayanan devlet biçimidir. Bu manada demokrasi, bir devlet biçimidir, devletin özel türlerinden biridir. Giderek her devlet gibi insanlara karşı örgütlü, sistemli bir kuvvet uygulamasıdır. Bu işin bir yanıdır ama demokrasi, öte yandan yurttaşlar arasındaki eşitliğin, herkesin anayasayı yapma ve devleti yönetme hakkının eşit olduğunun biçimsel olarak kabulü anlamına gelir.

Demokrasi, çiçek bahçelerinin eşsiz, muazzam gül kokulu en tatlı, en güzel gül bahçesidir ve bu güzel bahçeyi tamamlayan tatlı meyveleri de vardır: Özgürlük, adalet, eşitlik ve fazilet gibi. Nitekim her şeye rağmen bir saltanat hükümetinin veya istibdat hükümetine dayanması için fazla doğruluğa gerek yoktur. Birinde kanunların kuvveti, ötekinde hükümdarın daima kalkık duran yumruğu her şeyi düzenler, yoluna koyar. Ama halkçı bir devlette başka bir kuvvet gerekir ki o da fazilettir. Oysa bir de özgürlük, eşitlik ve bilhassa adalet de unutulmamalıdır ki demokrasinin elzem meyveleridir. Bu durumda adalet, adaletsizliğe göre nedir? Adaletsizlik adaletten çok daha güçlü ve becerikli ama adaletin akıllılık ve erdem olduğunu söylüyorsak, adaletin bilgisizlik olan adaletsizlikten çok daha güçlü olduğunu belirtmek hiç de zor değildir.

Öyleki demokrasi, yurttaşların ya da çoğunluğun aynası olmakla beraber bazen de yansıyan görüngüler de çoğunluğun gemisini sekteye vurabilir. Bu manada kendini şunun bunun kötü öğütlerine ya da ihmale kaptıran siyasi partiler, kanunları yürütmekten vazgeçebilir ama kötülüğü tamir etmekte de güçlük çekmez ya danışma kurulunu değiştirir ya da kendi ihmalinin neden olduğu kötülüğü gidermeye çalışır. Ama bir halk hükümetinde kanunlar yürütülmedi mi bu da ancak cumhuriyetin bozulmasından ileri gelebilir, işte o zaman devlet yıkılmış demektir.

Demokrasinin elzem meyvelerinden fazilet tükenince tutku, kendisini buyur edenlerin kalplerine, cimrilik de herkesin içine girer. Arzular yön değiştirir; sevilen şey sevilmez olur; kanunlara uyarak özgür yaşarken kanunlara uymadan özgür yaşamak arzusu uyanır. Ki bu durumda da özgürlük ölür, çok fazla özgürlüğün olması da özgürlüğü öldürür. Bundan ötürü her yurttaş efendisinin evinden kaçmış bir köleye benzer, sav olan şeye sertlik adı verilir, kural olan şeye engel denir; dikkatin adı değişir korku olur. Orada azla yetinmek, cimrilik adını alır, biriktirme arzusu değil. Ve bu durumda diyebiliriz ki artık cumhuriyet bir ölü evidir.

Zira siyasi partiler ve yönetenler gelip geçicidir, baki olan ise demokrasi ve yönetilenlerdir. Bundan dolayı bu ölü evini yeniden hayata bağlayacak ve ona elzem elzem umut bağışlayacak da yönetenlerdir yani siyasi partilerin kendisidir. Bu manada umut, siyasi partilerin ayağıdır, yurttaşlar da onun ayrılmaz bastonu, asasıdır. Yurttaşı diri tutan siyasi partilerin vermiş olduğu vaatleri, beklentileridir. Bundan dolayı tüm siyasi partiler daha fazla özgürlük ve daha fazla demokratikleşme hareketleri şiarıyla toplumun her kesimi kendisini bir beklentiye gebe hissetmeye başladı. Nitekim gönül kulağıyla beklenen an geldi ve tüm siyasi partiler daha fazla insana dokunmak şiarıyla, daha fazla hizmet, kaliteli belediyecilik ve daha fazla demokrasi konulu vaatlerini sundular 31 Mart Yerel Yönetimler seçimine. Tabii seçimi belirleyecek kitle, kadim renk cümbüşleridir. Dolayısıyla belediye seçimleri siyasal parti endeksli değildir, daha çok aktör odaklıdır ki dolayısıyla aktör, bu seçimin ya kazananı olacak ya da mağlubu. Bu yüzden hangi aktörün vaatleri, hizmet vizyonu veya toplumsal sorunlara çözüm getirebilecek güçlü nedenler ve projelerle halkın içine karışırsa halk da bunun karşılığını verecektir. Dolayısıyla belediye seçimlerinde önemli olan vaat sunmak da değildir ki önemli olan halkın sorunlarına, kentlerimizin sorunlarına çözüm olmaktır.

Genellikle seçilen belediye başkanı veya mevcut başkan, belediyelerin gelirlerini park, yol gibi veya bütçelerini, başka kurumların bütçelerine tahsis edildiği, daha çok şehirlerin dış güzelliğine odaklanıyorlar. Oysa en mühimi, alt yapılar, şehir peyzajı, çarpık kentleşmenin önüne geçmek, herkesin sesi, umudu olmalıdır. Çünkü belediyecilik hal hatır ve yan yatmanın yeri değildir, asıl hizmetin, gerçek belediyeciliğin adresidir. Kadim halk kitleleri bu vizyona göre sandığa gitmelidir.

Şu unutulmamalıdır ki belediyecilik başarılacak bir görevdir, hazır verilmez. Olgunlaşması epey zaman alır ve kriz demlerinde elden kaçabilir. İnsanın duyarlılığını her dem canlı tutan etik ve sanat değerleriyle ekilip beslenmezse kırılıp dökülebilir. Bu yüzden gerçek bir belediyeciliğin geleceği için somut önlemler alınmalı, kesin yöntemler uygulanmalı, sorunlara elle tutulur çözümler, reçeteler sunulmalıdır.

Dolayısıyla gerçek belediyecilik vaat sunmak, çok konuşmak, çok reklam yapmak, her yere afiş paylaşmak gibi tanıtımlar artık miadını doldurmuş durumda. Halk kitlelerini pek de tesirine almıyor eskisi gibi. Çünkü çok konuşmak beraberinde yalanı da barındırdığı için dem, artık akılcı, mantıkçı, vizyoner aktörlerin demidir. Çünkü halk aktörün dilinden dökülen ile sahada yaptıklarını mukayesesini yapıyor. Uyuşuyor mu diye tartıyor, nabız yokluyor.

Son etapta demokrasi kavramı köken bakımından iyidir, adildir, özgürlükçüdür. Oysa demokrasi kavramını afyonlaştıran, menfaatleştiren siyasi partilerdir. Bu manada siyasal partiler çoğu kez toplumu ayrıştırma, kutuplaştırma ve demokrasi kavramlarını aynı kefeye koyarlar ki bu tezat bir durumdur. Demokrasinin yanında ayrıştırma, kutuplaştırma olmaz. Çünkü kutuplaşma adalete, fazilete ve özgürlüğe terstir. Böylece demokrasiyi, demokratik bir devletin siyasal yetersizlikleri yüzünden suçlamak hata olur. Suçlanması gereken bizleriz. Yani demokratik devletin yurttaşları ve bilhassa baştaki siyasi partilerin kendisidir. Bundan dolayı demokratik kurumlar kendi kendilerini iyileştiremezler, onları düzeltme sorunu her dem, kurumlardan çok kişilerin sorunudur. Yani siyasi partilerin veya aktörlerin elzem problemidir. Dolayısıyla bunu aşabilmek veya sorunu derinleştirmek de kitlelerin sandığa giderken sandıktaki tercihleri, seçimleri belirleyici olacaktır. Dolayısıyla hangi aktör vizyoner ve iyi, hangi parti sorunları çözer gibi belirsizliğinin nihai sonucunu renkli halk belirleyecektir ve herkesi sağduyuya davet ederken tüm siyasal partilere başarılar dilerim. Hak eden kazansın!

Bu yazı toplam 91 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hayati Umut SÖNMEZ Arşivi