Hayati Umut SÖNMEZ

Hayati Umut SÖNMEZ

YILBAŞI GELENEĞİ VE DOĞU KÜLTÜRÜNE TESİRİ

Tarih, geçmişteki toplumların aynasıdır! Böylelikle bu aynaya insanoğlunun her türlü eylem ve hıçkırığı yansır ve bir bakıma tarih, toplumların elzem tutanağıdır. Bu manada konumuza vurgu yapacak ve bize ilham sunağı verecek tarih yolculuğumuzda “Yılbaşı”nın ilkin nerden geldiğine nokta atışı yapalım. Ve bu bağlamda yılbaşı geleneği, Hz. İsa´nın doğumundan çok önce güneşe tapan putperestler, tanrı saydıkları Güneş´in her gün biraz daha erken kendilerini terk etmesine üzülürlerdi. 25 Aralık´ta günler tekrar uzamaya başlayınca Güneşin kendileri ile kalmaya razı olduğuna sevinerek kutlamalar yaparlardı. Bu kutlamalar sırasında dans ederler, içki içerler ve ışıklandırma yaparlardı. Ayrıca hindi kesme, domuz başı, kaz kızartması yemeyi de gelenek haline getirmişlerdi. Bir de aralarında çeşitli hediyeler verirlerdi. Ayrıca Güneşe tapan ve kurtarıcı tanrılarının kış başlangıcında doğduğuna inanan diğer putperest milletler de vardı. Bunlar da Julian takvimine göre kış başlangıcı olarak kabul edilen 25 Aralık´ta özel kutlama törenleri yaparlardı.

Hz. İsa´nın doğum günü kesin olarak bilinmediği için ilk Hıristiyanların Hz. İsa´nın doğumu için kutladıkları özel bir gün yoktu. Bu sırada Roma İmparatorluğunun her yerinde Güneşe ve putlara tapılırdı. Roma İmparatoru Büyük Kostantin, putperest iken miladın 313 senesinde Hıristiyanlığı kabul etti. Putperestlikten birçok şeyleri de Hıristiyanlığa sokar. Güneş tanrısının doğum günü kabul edilen 25 Aralığı yılbaşı olarak kabul eder. Hz. İsa´nın kurtarıcı tanrı olduğuna inanan Batılı Hıristiyanlar da Hz. İsa´nın 25 Aralık´ta doğduğunu kabul ederler (!). Sonunda bu geceyi “miladi yılbaşı” veya “Noel” olarak her yıl kutlamaya başlarlar. Buna karşılık Doğu kilisesi (Ermeniler) Noel´i hiçbir zaman kabul etmedi ve Hz. İsa´nın doğumunu 6 Ocak´ta kutlamayı sürdürür.

Nitekim tarihten kopardığımız bilgiler gösterir ki aslında yılbaşının Hıristiyanlıkla ve Hz. İsa ile hiçbir ilgisinin olmadığıdır. Çünkü Katolik dünyası yalnızca 25 Aralık gecesini kiliselerde ayinler yaparak geçirir. Oysa 31 Aralık’ta yılbaşı geceleri ise kiliselerde ne ayinler yapılır ne de o gece bir takdis havası içinde kutlanır. Papazlar da o akşam onlarca küp kutsanmış şaraplarını içerler ve içip içip de sızarlar. O halde burada şunu sormak gerekir; Peygamberlerin en fakirlerinden biri olarak yaşadığı Hıristiyanlarca da ifade edilen Hz. İsa ile bu gecenin sefahatinin, israfının ve çılgınlığının ne alakası olabilir? Hem Hz. İsa çam kesmeyi, içki içmeyi, domuz yemeyi veya fuhuş yapmayı mı emretti?

Böylelikle Batı’nın servis ettiği bu yılbaşı geleneği ise televizyonlarla ve bilhassa elit kültürün tesiriyle Müslüman dünyasını asimle ederek Türkiye’yi de tesiri altına almış olur. Türkiye’deki yılbaşı popülaritesini diğer milletlerden farklı olarak her 31 Aralık gecesi kutlanır. Bu bağlamda Batı’nın sunduğu bu servisi, Türkiye hoşgörüyle karşılar ve kendi kültürüne empoze etme politikalarını güder. Oysa anlamış değil, gönül sunağım. Neden Batı meraklısı olmuş Doğu kültürü? Doğu kültürü, Batı’nın bilim ve teknolojisini almasına hiçbir lafım olamaz zaten yok da. Karşı çıktığım nokta, Batı kültürünü kendi kültürümüze servis etmektir. Nitekim en nadide gerçeklik, her kültür mozaiği kendi içindeki insanıyla devasa bir birlikteliğin abidesidir. Bu bağlamda her kültür kendi ulusunun öz benliğinin yegâne ürünü olmak durumundadır.

Nasıl iştirak edildiğini merak edenlere o günlerde yapılan hazırlıklardan örnekler vermemiz yeterli olacağı kanaatindeyim. Hıristiyan Batı dünyasında olduğu gibi ülkemizde de Aralık’ın son günleri yaklaştıkça mağazaların vitrinleri süslenir, özel hediyelik yılbaşı sepetleri hazırlanır ve bu arada işyerlerinin sunduğu çeşitli eşantiyonlar, takvimler vb. piyasayı hareketlendirir. Çam ağacı satanlar, yılbaşına has hindi sürüleri ortaya çıkar. Bu demek olur ki bu yılbaşı hareketliliği, telaşı aslında Batılı kapitalist zihniyetlerin yeni pazar arayışları arama politikalarının ürününden başka bir şey değildir. Çünkü bu mantık ne Hıristiyan dünyasının ne de Müslüman dünyasının yararınadır. Ki sadece kapital sistemin sermayesi, tanıtımı ve yeni piyasaları elde etme gayretlerinin yararınadır. Bundan dolayı bu yeni piyasalarla daha fazla insan gücüne ulaşma veya yeni elemanlarla beraber kapital sistemin gayesi, tüm dünyaya kapital zihniyetin ürünlerini tanıtıp satabilmektir. Bu bağlamda 31 Aralık dilimine kadar kapitalist zihniyet en büyük vurgunu yaparak deryalar kadar paralar toplar.

Bu manada içki müptelası olmuş kimseler için 31 Aralık tarihi eşi bulunmaz bir gecedir. Çünkü yılbaşı geceleri içki satışının ve kullanımının had safhaya yükseldiği bu gecede devlet sarhoş vatandaşlarına yardımcı olmak için seferber olmaktadır. Sabaha kadar devam eden televizyon yayınları ve eğlenceler günün ilk ışıkları ile yerini derin bir sessizlik ve yorgunluğa bırakır ve Türkiye’de yeni yıl yani 1 Ocak, öğleden sonra başlar. Bu bağlamda devlet kanadı da vatandaşların daha fazla içip eğlenmelerini kolaylaştırmak için her 1 Ocak gününü resmi tatil ilan ederek bu zihniyete davetiye çıkartır. Bu demek olur ki devlet bir nevi insanların şehvetli tutkuların esiri olmalarına neden olurken bir bakıma insanlarda hayâ duygusunun nasıl da yok olduğunu gösterir.

Zira Hz. Muhammed (s.a.v.) “Kim bir kavme benzerse, o onlardandır” diyerek davranışlarımızda, hal ve hareketlerimizde, Yahudi ve Hıristiyanlara, müşriklere benzememizi yasaklamıştır. Oysa Yılbaşı ve Noel eğlenceleri Hıristiyanlık geleneğinden bile gelmediğini biliriz. Bu gelenek, Romalıların Güneş tanrısına taptıkları putperestlik döneminden kalma bir simülasyondur. Müşrik bir toplumdan kalan bu geleneğe mâsumâne de olsa bir nebze uymak imanlarımıza ne kadar zarar verebileceğini vicdanlarımıza havale ederek sormak lazım! Kaldı ki putperestlik kokan bir geleneği Müslümanlığa empoze etmek de kutsallığı olan bir dine yani Müslümanlığa bir saygısızlık teşkil etmez mi?

Oysa insanları sömüren Batı’nın bu kültür simülasyonu sadece bunlarla yetinmeyerek bir de insanlara “yılbaşı biletleri” diye bir alışkanlığı kazandırması da var. Nitekim bu alışkanlığın hem olumsuz hem de olumlu yanları var. Olumsuz yanı insanları kapitalist sistemle köleleştirmek ve insanın umutlarını darağacında astırmaktır. Olumlu yanı ise toplumda o kadar perçinleşmiş ki artık insanların avazındaki yegâne umudu diye haykırır. Ki umutlu olmak en güzelidir toplumda. Çünkü umudun varsa halen yaşama aşkıyla nefes alıp veriyorsun demektir. Bu bağlamda diyebiliriz ki umut, uyanık adamın rüyasıdır. Çünkü umut olmadan umut edilen ele geçirilemez. Bundan dolayı umutsuz kalınca bile umudu tüketmemek gerekir. Çünkü umut cesaretin işidir ve umutlu olmakla hayata tutunur insan. Bu bağlamda insan umut yumağında yaşar. Ki zaten insan, umut basamaklarının toplamıdır: biri yıkılır diğeri inşa edilir. Bu bağlamda umut yaşam boyunca sürer, ancak ölümle bitebilir.

Bu manada her yeni yıl, tazelenen yeni umutlara, çoğalan sevgilerin habercisi ve yeni beklentilere gebe kalır ki her yılbaşı, insanların en güzel temennilerin dillere döküldüğüdür bir bakıma. Her güzel temenni de insanların alnına peygamber busesi kondurtmak gibi cennet kokar Gülbahçesinde. Bu bağlamda Gülbahçesine giren her gönül Gül olmasa da Gül gibi kokar. Bir kere gönülden kopan en güzel eşsiz temenniler Gülbahçesine girmiştir artık. Böylelikle gönül heybemden güzel okurlarım için şu temenniler vuku bulur: “Dün rüya, yarın hayaldir. Rüyayı mutlu, hayali umutlu yapan bugündür. Gönlünüz neyin özlemini çekiyorsa yarınlar sizlere onu nasip etsin! Ve bulutlar gökyüzünde şehvetli aşkla toplanıp mutluluk yağmurları altında şemsiyesiz kalmanız temennilerimle… Nice mutlu, huzurlu ve sağlıklı yıllara değerli okurlarım!”

Bu yazı toplam 88 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Hayati Umut SÖNMEZ Arşivi