M.Emin BOZKUŞ
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE YAYLA GELENEĞİ
Cizre’de Dicle Nehrinin üzerindeki mevcut köprü daha yok iken koyunlar yaylaya gidiş - gelişlerinde bir kelek (Kayık) kullanır ve her nehir kenarına geldikleri vakit sürü sahipleri o işi meslek edinen bir kelekvan tutardı. Sürü çobanı ve sahibi keleğe binip suyun öbür yakasında bekleyen koyunlara dönüp; çoban kavalını çıkarıp yanık bir türküyü çalardı.
Baharın gelmesi Memleketimize bir başka hareketlilik getirir. Tabi ki bu hareketliliğin sebebi hayvancılığın çokça olması, insanlarımızın yegane geçim kaynaklarının başında gelmesidir. Lakin geçim kaynaklarımızın başında gelen hayvancılıkta bir şekilde sekteye uğramış, çok azalmış, hatta bazı köylerimizde bitme noktasına gelmiştir. Memleket insanının köyünü terk edip ya yakın şehirlere veya Ülkenin metropol kentlerine göç etmesiyle bu olumsuz durum meydana geldi maalesef. Halbuki yakın bir tarihe kadar insanımızın geçim kaynaklarının başında gelirdi hayvancılık. Hayvancılığın kahir ekseriyeti de küçük baş hayvanlardan müteşekkil idi. Özellikle koyun hayvancılığını yapardı memleketin insanları.
Yüzyıllardan beri bölgemizin ovadaki (Beriyyé) Köylerin tamamı baharın sonlarına doğru, yani havaların ısınmasıyla koyunlarını Serhat yaylalarına gönderirlerdi. Sebebi de koyun hayvanının sıcağa dayanmamasından kaynaklanıyordu. Bu götürme-getirme işlerini de o zamanlar göçebe bir yaşam sürdüren Batuyan, Kıçan, Düdéran, Davudiyan vb. Aşiretlerin insanları yaparlardı. Göçerler emanet dedikleri yerleşik düzende olan; yani köylerde mukim insanların koyunlarını muhtelif yaylalara götürürlerdi. Bu yaylalardan birkaç tanesinin isimleri şöyledir: Faraşin, Navyan, Çemé Karé, Melexa, Menkuşan, Aro, Çepelo ve Çalyana Amér Ağa. Bu yaylalar Van, Hakkari ve Beytüşşebap topraklarında yer alır. Baharın ortalarına doğru Beriyyé köylerine dağılırdı bu Aşiretlerin insanları. Her biri bir veya birden çok koyun sürüsü sahibine misafir olurdu ve ev sahibiyle koyunlarını yaylaya götürme işi için bir şekilde anlaşırdı. Koyun sürüsü sahibiyle Koçerlerin anlaşmalarına bir örnek vermek gerekirse: Koyun sahibi koyunlarını yaylaya götürmeye gelen Koçer’e derdi ki: “Sen koyunlarımı Filan Yaylaya götüreceksin. Her yirmi koyuna mukabil bir “derfé sera”, yirmiden aşağı kalan koyuna da bir “derfé kavıra” otlu (Helez) tulum peynirini, çoban için bir keçe, yere sermek için de bir keçeyi dönüşte bize getireceksin. Sonbaharın son ayına doğru koyunları yayladan Dérgül (Kasrik Beldesine yakın bir köy) Köyünde bana teslim edeceksin. Koyunları yaylaya götürecek Koçer’de koyun sahibine şartlarını şöyle sıralardı. Derdi ki: “Ben yayladan koyunlarını getirdiğimde bana “deman” olarak şu miktarda bulgur, buğday, pestil, kuru üzüm ve pekmez vereceksin. Koçerler emanetleri yayladan götürüp sahibine teslim ettiklerinde zayi olan koyunlar üzerine bazen tartışmalar olurdu. Araya giren diğer köylüler emaneti getiren kişi ile sürü sahibini bir şekilde barıştırır durumu tatlıya bağlardı.
Vakti zamanı geldiğinde göçerler kara çadırlarını katırların sırtına yükleyip bağladıktan sonra uzun bir yolculuk olan yayla yoluna ailece revan olurdular. Bu yolculuk boyunca bebekler turıklerde anaların sırtında, yaşlılarda katırların sırtında taşınırlardı. Tabi ki bu yolculuk uzun sürdüğü için ve kervanda yaşlı, çocuk bulunduğundan dinlenmek için belli mesafelerde konaklamalar yapılırdı. Katırların sırtındaki kara çadır ve sütunlarını yere indirip uygun bir düzlükte konlerini (kara çadır) kurarlardı. Bu şekilde yaşlı ve küçük çocuklar bir nebze de olsa soluklanmış olurdular. Bu konaklama mevkileri bölgemiz insanları tarafından hala anılır. Varıka veya Varé Koçera diye adlandırılırlar.
Cizre’de Dicle Nehrinin üzerindeki mevcut köprü daha yok iken koyunlar yaylaya gidiş ve gelişlerde nehir kenarına geldiklerinde sürü sahipleri o işi meslek edinen bir kelekvan tutardı. Sürünün çobanı ve sahibi keleğe binip suyun öbür yakasında bekleyen koyunlara dönerek; çoban kavalını çıkarıp yanık bir türküyü çalardı. Dakikalarca kavalın sesini koyunlara dönüp bakarak çalardı. Sese dayanmayan koyunlar yönlerini çobanın kavalına çevirip Dicle’nin suyuna kendilerini tek tek ahenkle o akan suya bırakırdı. İhtişamlı bir görsel oluştururdu Dicle sularında koyun sürüsü. Sürü zayiatsız Dicle’nin beri yakasına geçince sahibinin keyfi ve mutluluğu zirve yapardı.
Maalesef yayla geleneğimiz bitme noktasına gelmiş. Göçebe hayatı yaşayan ve geçimleri ovadan götürdükleri emanet koyun sürülerinin üzerinde olan insanlarımızın hepsi yerleşik düzeni tercih edip köylere veya şehirlere yerleştiler. Durum böyle olunca bir geleneğimiz daha da tarihe karışmış oluyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.